“Çok çalış, başarılı ol ve mutlu ol!”… Zaman zaman sorgulamadan kabul ettiğimiz ve aktardığımız ideal mutluluk formülü bu! Ne olduysa, nasıl olduysa insanoğlunun teknik ve sosyal evrimi bizi bu anlayışa taşıdı.
Çalışma yaşamından beklentimiz olan ekonomik özgürlük ve bireysel güç beraberinde başarı kavramını getirdi ve başarı mutluluğun altın anahtarı gibi konuldu önümüze.
Buna sorgulamadan öylesine inandık ki; iyi bir okul bitirecek, rüyalarımızdaki işi bulacak, dolgun bir maaşa kavuşacak ve mutlu olacaktık. Veya daha da iyisi, akıllı girişimler yaparak kendi işimizin patronu olacaktık.
Heyhat, yaşam tecrübemiz bunun her zaman geçerli olmadığını kanıtladı bize. Bir dolu başarılı, üst düzey yöneticinin pek de öyle mutluluk saçarak yaşamadıklarını gördük.
Şirketlerin patronları da “rol model alalım” diyeceğimiz türden dünyanın en mutlu insanları değildi. Hatta çoğu yorgun, gergin, uykusuz ve stresliydiler. Başkalarının sahip olmadığı olanaklara sahip olmaları tüm yaşamlarını kurtarmıyor, yalnızca birer avuntu oluyordu sanki.
Kariyerlerinde en başarılı noktalarda olan Robin Williams, Chris Cornell, Antony Bourdain gibi ünlülerin intiharları hepimizi şoke etti.
Neden mi? Çünkü nasıl olurdu da bu başarılı ve zengin kişiler yaşamlarına son verecek ölçüde mutsuz olabilirlerdi? Deli miydiler? Evet, delirdiklerine inanmak rahatlattı bizi ama başarı ve mutluluk arasındaki korelasyonun farklı bir biçimde oluşabileceğini düşünmedik hiç.
Başarının mutluluğu değil, mutluluğun başarıyı getirdiği yönünde veri toplamış birçok araştırma var.
Hemen bir parantez açıp “mutluluk” sözcüğü ile neyin kastedildiğini açıklamalıyım. Öyle ya, mutluluktan herkes başka bir şey anlıyor. Bu araştırmalarda sevinç, coşku, rahatlık, tatmin, huzur gibi olumlu duyguları; öfke, nefret, çaresizlik, huzursuzluk gibi olumsuz duygulardan daha sık ve yoğun yaşayan kişilere “mutlu” denmiştir.
Bazı örnekler şöyle;
•14 yaş grubuyla yapılan bir çalışma şunu gösterdi. Daha mutlu olan gençler 10 yıl sonra kaygı, depresyon, yalnızlık gibi sorunları daha az yaşıyorlardı ve yaşam ve iş tatminleri daha kalıcı ve fazla oldu (Kansky, Allen, Diener 2016).
•18 yaşında daha sosyal, sıcak ve mutlu kişiler 8 yıl sonra 26 yaşına geldiklerinde finansal getirisi yüksek, tatmin duydukları prestijli işlerde çalışmaktaydılar (Robert, Caspi, Moffitt 2003).
•Başka bir araştırma, yaşama karşı olumlu bakış açısına sahip sigorta satış görevlilerinin %37 oranında daha fazla poliçe sattıklarını gösterdi (Seligman & Schulman 1986).
•Spor psikolojisi üzerine yapılan bir analizde ise pozitif ruh halinin atletik performansı olumlu yönde etkilediğini ortaya konuldu (Beedie, Terry, Lane 2000).
•Avusturalya’da yöneticiler ile yapılan bir araştırmada mutlu olanların daha fazla yönetimsel beceri sergiledikleri, kaynakları daha etkin kullandıkları ve organizasyonel prosedürleri daha doğru takip ettikleri ortaya çıktı (Hosie ve arkadaşları, 2012).
•Tükenme, iş devamsızlığı, sık iş değiştirme gibi iş yaşamına olumsuzluk getiren tutumlar da mutlulukla ters orantılı şekilde gerçekleşti (Crede ve ark, 2007).
Bütün bu araştırmalar deneysel değil istatistiksel veri ortaya koyuyor. Bu verilerde bir başka değişkenin işin içinde olup olmadığı garanti edilemez. Ancak kontrol gruplarının kullanıldığı deneyler de var.
Deneklere olumlu ve olumsuz duygular yaşatılıp ardından performansları ölçülerek benzer sonuçlar elde edildi.
Olumlu duygular yaşayan kişiler daha yüksek hedefler koyabiliyor, daha zorlu görevlerin üstesinden gelebiliyor, kendisi ve çevresindekiler hakkında iyimser görüşler üretebiliyor, başaracaklarında daha fazla güven duyuyorlardı.
Daha yaratıcı, daha üretken ve insan ilişkilerinde daha başarılı oluyorlardı. Aynı zamanda mutlu kişiler daha az işsiz kalıyor, işsiz kalırlarsa da daha hızlı iş bulabiliyorlardı.
Bütün bu örneklerin kanıtladığı gibi başarının mutluluğun bir nedeni değil bir sonucu olduğu anlayışı ne işimize yarar, diye sormadan edemiyorum. Bizi yaşamda çok farklı bir duruşa, belki de daha zor olan bir referans noktasına götürebilir bu.
Öyle ya, okullarda başarılı olmamız için gerekli formülleri ezberlerken mutluluğumuz için gerekli hayat pratikleri hiç öğretilmedi bize. Körü körüne inanmanın, sorgulanmadan sunulmuş değerlerin, ezberden gelen ve neye hizmet edeceğini bilmediğimiz başarı kavramının çarklarında döndük durduk.
Sıkışmışlığımızın nedenini araştırmak da zahmetli işti. Mutluluğu unvanımızla, kazandığımız parayla, sosyal statümüzle elde edeceğimize inanmak -kim bilir- belki de daha kolay olandı.
Ama artık görüyoruz ki, başarıyı kendi başına bir değer olarak korusak bile bunun temeline mutluluğumuzu koymamız; mutluluğu araştırmaya, onu kalıcı hale getirmeye, tesadüflerin eline bırakmamaya ve nasıl daha mutlu yaşayacağımızın izini sürmeye devam etmek gerekiyor.
İçimizde mutluluk yeşertmeden, bu dünyaya dair hiçbir fayda ve başarıyı yeşertemeyeceğimizin farkında olarak…
Tarih