Bir Günlük Gençlik …

Tarih

Bir özel sektör şirketinde çalışan adam, O gün sanki şehirler arası bir yolculuk yapmışçasına uzun sürede birinci köprü üzerinden boğazın kıyısında , hep önünden geçipde hiç içeri girmek nasip olmayan Üniversitenin havalı kampüsüne ulaştığında saat 11 sularıydı.
Bu standartı ve ayarı olmayan Şehri-İstanbul denen uçsuz bucaksız metropolde , topu topu 25 kilometrelik bir yolun nasıl olup da bir buçuk saat sürdüğüne inanamaz vaziyette kampüsün otoparkına doğru ilerlerken gördüğü boğaz manzarası bir anda bütün yorgunluğunu silip atacak cinsten muhteşem bir manzaraydı.
‘’Değer be kardeşim bu kentin çilesini çekmeye’’ diye düşünürken bir yandan da arabasından inip kampüsün eskiden Feriye Sarayının ek binalarından biriyken bu gün Üniversitenin İletişim Fakültesi olan eski ama ihtişamlı binaya doğru yürüdü ağır ağır.
Bina girer girmez insanı içine alıveren yüksek tavanlı, tarihi film platolarını andıran bir binaydı. Üçüncü kata çıkıp orada bir toplantıya katılması gerekiyordu , gözü merdivenleri ararken sağ taraftaki koridorda sonradan yapılmış ama yapılırken bu binanın ruhuna hakaret edercesine konduruluvermiş derme çatma asansörü gördü ve ister istemez, zaten 10 dakika kadar geciktiği toplantıya yetişebilmek üzere bu iğreti asansöre binmek için hareketlendi.
Toplantı salonuna girdiğinde cam kenarı bir yer aradı hemen gözleri, en az bir buçuk saat buradaydı mecburen , bari arada kaçamak bakışlarla eşsiz manzaradan nasibini alsa fena mı olurdu. Toplantının konuşmacısı akademisyen bayan usul usul konuştukça göz kapakları ağırlaşan adam bir yandan kendi öğrencilik günleri anımsıyor bir yandan da bu hocanın öğrencilerine Allah kolaylık versin diye düşünüyordu içinden.
Tamı tamına bir buçuk saat süren toplantı bittiğinde koşarcasına attı kendini binadan dışarı. Kafasına koymuştu toplantı sırasında, kampüsten hemen ayrılmayıp öğlen yemeğini denize sıfır harika manzaralı öğrenci kafeteryasında yiyip biraz keyfini çıkaracaktı bu güzel ve güneşli günün.
Son derece şık kafeteryaya girdiğinde ızgara kokularıyla karışmış bir genç insan cıvıltısı doldu içine, ne güzel bir enerjiydi bu ve ne kadar taze, umut kokan bir havaydı. Duvarda asılı menüde ise ,her türlü burger ve bilimum İtalyan soslu makarnalar mevcuttu. Birden gözünün önüne kendi mezun olduğu okulun ne yemek çıkarsa çıksın her daim kapuska kokan yemekhanesi geldi, ve bahar aylarında kampüsün bahçesine gelen derme çatma Toprak Mahsulleri Ofisi karavanının içerisinde Satılan mercimeğin envayi çeşit versiyonundan oluşan menüyü hatırladı. Geçen 25 sene Türkiye ‘de her şeyi değiştirdiği gibi Üniversitelerin de çehresini ve imkanlarını değiştirmişti şüphesiz.
Kendine bir ‘’fast food ‘’ menü seçip elindeki tepsiyle bütün salonu gören dipte bir masaya oturdu adam. Yemek bahaneydi aslında amacı yıllar sonra bulduğu fırsatı değerlendirip, her biri pırıl pırıl ışıldayan genç üniversitelilerin arasına karışıp gençlik günlerine duyduğu özlemi tazelemekti kısa da olsa bir süre.
Kendi öğrencilik dönemiyle kıyasladığında gençlerin hayatındaki en bariz fark teknolojinin geldiği noktaydı şüphesiz. Küçük kafeteryada ki hemen herkesin elinde bir cep telefonu , bazıları tıkır tıkır mesaj yazıyor bazıları da belliki ‘’face ‘’ de arkadaşlarına laf yetiştiriyor. Hemen yan masada bir grup bıçkın delikanlı önlerine ‘’ iddia ‘’ bültenleri yaymış , itinayla ‘’derslerine çalışıyor ‘’ bir taraftan da dersin sınavı niteliğinde ortak kupon yapıyorlarken hemen onun önündeki masada yakışıklı bir kazanavo türlü şaklabanlık ile masadaki kızları gülmekten kırıp geçiriyordu.
Camın hemen önünde her okulun olmazsa olmazı asosyal tipli kalın gözlüklü bir kız öğrenci bir taraftan masadaki doğal ve sağlıklı salatasını didiklerken bir taraftan Herman Hesse ‘den ‘’ BOZKIR KURDU ‘’ nu okuyor .Ne ağır kitaptır yarabbim askerdeyken okumaya niyetlenmiştim de bitmek bilmemişti aylarca diye içinden geçiriyor adam ve takdir ediyor genç kızı bu hengamenin içersinde verdiği entellektüel mücadeleden dolayı.
Her biri ayrı bir hayat hikayesi , her birinin yaşamdan beklentileri , bambaşka idealleri , hayalleri var şüphesiz, ama kaçı bu hayallerine ulaşıp idealini yaşayabilecek acaba diye düşündü adam.Allah bilir çoğu en az iki yabancı dil konuşabiliyor , bazıları en karmaşık fizik ve matematik problemlerini çözmekte usta , bazıları da felsefe tarihinin labirentlerinde üçüncü turunu atıyor ama bu kampüsün dışındaki gerçek hayata ne kadar hazırlar acaba. Bu okuldan mezun olduklarında kırk tane mülakattan geçip işe girecekleri özel sektör şirketinde köşe başını tutmuş kel ve göbekli abilerle aynı karmaşık , kural dışı ve bol faullü oyunu oynayabilmek için kaç fırın ekmek yiyecekler kimbilir.
Girebilmek için ÖSS ‘de neredeyse tavan puan alınan bu üniversite de ‘’ Hayal Kırıklıkları Yönetimi Kürsüsü‘’ varmı acaba ? ya da ‘’Keşkelerden Arınma Sanatı Atölyesi‘’ hatta ‘’ İnsan Egoları ile Mücadele Ana Bilim Dalı ‘’.
Bu derslerden mezun olmadan girilen acımasız yaşam mücadelesinin orta yaşlara geldiğinde insana verdiği acıyı iliklerine kadar hisseden adam, kafasında bu düşünceyle son kez salondaki umut havasını içine çekip, gerçek hayatın mecburiyetlerine doğru yelken açmak üzere arabasına doğru ilerledi usulca.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Fikir hırsızlığı neden yapılır?

Geçenlerde, uluslararası bir şirkette üst düzey pozisyonda çalışan yakın...

Nitelikli işgücü krizi büyüyor

Türkiye'nin ekonomik büyümesi ve sanayileşme hamlesi, beklenmedik bir darboğazla...

Teknoloji Yolculuğunda Öğrenmenin Yaşı Yok!

Teknoloji çağında yaşıyoruz ve artık büyüklerimiz de bu hızlı...

Kaos ile başa çıkmak nasıl mümkün olur?

İş yaşamında sıklıkla “kaos” olarak tanımlanan istenmeyen durumlar ile...