O öğleden sonra kamyonculuk yapamayacağımı anlamıştım. Otoyol Iveco’daki işimden ayrılmaya karar vermiştim, her ne kadar pazarlama müdür yardımcısı gibi ciddi bir unvanla çalışıyor olsam da. Guiseppe’den izin alıp, Bebek sahilinde, biraz ürkek ve endişeli bir şekilde, amaçsızca 74 model Renault arabamla dolaşıyordum. Özel okulda lise birinci sınıfta iken basketbol oynama sevdasına kapılmış, yedi dersten sınıfta kalmıştım. Devlet memuru olan babam beni karşısına alıp, “Ya adam gibi oku ya da seni hamal yaparım, benim memur maaşı ile daha fazlasını sağlayacak bir imkanım yok” diye uyardığında, o yaşın verdiği pervasızlıkla “Sen beni hamal yapamazsın ama ben gerekirse hamal olurum” demiştim. Bu tavır koyuşumun sonucunda, üç ay boyunca Ankara Balgat semtindeki Unilever deposunda hamallık yapmıştım. Günde en az kırk, elli ton Sana margarini on ikişer kiloluk koliler halinde taşıyordum. Diğer işçilerle beraber öğlen gelen şirket yemeklerini yiyorduk. Zordu ama inanılmaz bir deneyimdi.
Bir gün, pencereden bakan bölgeler müdürü Ergun Danışman’ın dikkatini çekmiştim. Beni yanına çağırdı, tanıştık. Neden orada olduğumu öğrenince bana iş kartını verdi ve “Sakın kaybetme, üniversite bitince yanıma gel. Eğer uygun bir iş olursa seninle çalışalım” dedi.
Yıllar geçti. Üniversiteyi tamamladım ama üniversitedeki AIESEC yönetim kurulu üyeliği ve inanılmaz bir şekilde elde edilen iş deneyimleri sayesinde Otoyol Iveco’ya çağırılıp işe alınmıştım. Ancak mutlu değildim. O anda aklıma geleni hemen yapmalıydım. Ergun Bey’i aradım, kendimi hatırlattım. “Hadi gel, bugün pek işim yok, sohbet ederiz” dedi. Esentepe’deki merkez binaya heyecanla gittim. Samimi bir şekilde karşıladı, çay ikram etti. Sohbet derinleşti ama bir türlü ilerleyemiyorduk. Ben niyetimin Unilever’e girmek olduğunu yeniden söylesem de o, artık merkez binada şirketin işe girme prosedürlerinin zorluğunu daha yakından deneyimlemiş birisi olarak konuyu geçiştiriyordu.
O sırada kapı açıldı ve orta yaşlarda, ama çok dinamik olduğu belli olan birisi, Ergun Bey’e bir şey sormak için kafasını uzattı kapıdan. Sonra çok rahat bir şekilde bana dönüp “Sen de kimsin?” diye sordu. Ben kendimi tanıtıp Unilever’e girmek için orada bulunduğumu ve Ergun Bey’i bu nedenle ziyarete geldiğimi söyledim.
“Hadi ya” dedi, “bekle, on dakika sonra geliyorum, seninle bir konuşalım.” İşte o zaman, ilk patronum diye halen hitap etmekten hep hoşlandığım, o zamanki satış direktörü sevgili Selim Şiper ile tanıştım.
Sahip olduğu vizyon ve cesareti halen hayranlıkla hatırlarım. Kulakları çınlasın. Hakikaten on dakika sonra geri geldi ve yaklaşık bir saat boyunca üniversite dönemimi, AIESEC’i, Iveco’yu ve edindiğim deneyimlerimi paylaştım. Ergun Bey şaşkın ama keyifle bizi dinliyordu, arada bir ilave yapmak üzere Ankara depodaki günleri hatırlatan anılarını ekliyordu.
Başladığı gibi bir heyecanla ayağa kalkıp “Tamam, bekle, geri geleceğim” dedi. Yaklaşık yarım saat sonra gelip “Gel bakalım” dedi. Önce efsane personel direktörümüz Cemal Oğuzberk’in, sonra Pazarlama Direktörü Folkert Sneep’in, Genel Satış Müdürü Adnan Özgül’ün yanına gidip beraber görüşmeler yaptık. Sonra tekrar Cemal Oğuzberk’in yanına döndüğümüzde ‘Yönetici Adayı’ olarak sözleşme imzalıyordum. Artık Unilever’li olmuştum.
Meğerse Selim Bey, yeni atandığı görevinde yeni bir kadro kurmak amacıyla yeni takım arkadaşları arıyormuş. Zaman, zemin, hedef ve mekan uyuşması olunca orada olmanın ve hazır olmanın avantajını kullanabilmiş, uzun seçme prosedürleri ve mülakatlar ile girilmesi zor bir uluslararası şirkete birkaç saatte girmeyi başarmıştım. Havalarda uçuyordum. El sıkışıp binadan ayrılınca arabamı nereye park ettiğimi dahi unutup Mecidiyeköy’e doğru koşar adımlarla zıplayarak yürüyüp gittiğimi bir an fark ettim. O zamanlar cep telefonu dahi yoktu, kime haber vermeli, nerelere gitmeliydim. Birden bir ses geldi kulaklarıma, Sinatra’nın şarkısı “My Way” çalıyordu. Hemen arkamda kalan ve yıllar boyunca neredeyse tüm kaset, CD ve plaklarımı alacağım müzik evine girdim. Kaseti aldım, arabama döndüm, dandik arabama sonradan dıştan takma Pioneer müzik çalarıma kaseti yerleştirip, kiraladığım Göztepe’deki yeni evime sevinçten gülerek, ağlayarak, çığlık atarak “My Way” çalarak döndüm. Annem, tuttuğumuz temizlikçi kadın ile evin temizliğini yeni bitirmiş, yorgunlukla kaloriferin önünde yere oturmuştu.
Biraz muziplik olsun diye önce kötü haberi verdim. “Anne, şirketten istifa ettim ve bir süreliğine Ankara’da olmam gerekecek” dedim.
“Nasıl yani?” dedi, “evin işi yeni bitti, burayı kullanmayacak mısın? Haber verseydin ya önceden, beni de yormasaydın” diye hayal kırıklığı ile çıkıştı bana. “Nereden iş bulacaksın hemen, deli çocuk” dedi. Daha fazla dayanamayıp güzel haberi verdim ona, yeni işimi, süreci ve mutluluğumu paylaştım. Sarmaş dolaş olduk.
O müthiş okula kaydımı yaptırıp girmeyi başarmış, yıllardır kurduğum hayaller gerçek olmuştu. Üniversite hayatım boyunca hiç kahve kültürüm olmadı, aksine her gün mesaiye gider gibi AIESEC Ankara Şubesinin Emek semtindeki ofisine gitmiş, pek çok organizasyonu gerçekleştirip, yönetim kadrosuna yükselmiş, yurt içi ve yurt dışında stajlara gitmiş bir genç insan olarak hep kendimi gelecek günlere hazırlamıştım.
Çok iniş çıkışlarım olduğu doğrudur ve halen öğrenmeye çokça zaman ayırırım. Hayata öğrenmek ve deneyimlemek için geldiğimize inanırım. Sınav sorularını hazırlayan bizler olmasak da, soru geldiği ve fırsat önümüze düştüğü zamana her zaman hazırlıklı olmalıyız. Eğer fırsat gelince hazır değilseniz, hazır olan her zaman öne geçecektir.
Soru öyle gelmişti o zaman. “Sen de kimsin?”
Ben…
Fırsat Ayağına Gelince Eğer Hazırsan…
Tarih