Dur diyen olmazsa, kurumdaki yöneticiler hatalarını ve eksikliklerini inkâr etmeyi kendileri için ayrıcalıklı bir yetkinlik olarak görmeye başlar.
Kuruma en büyük zararı, bu inkâr edebilme ‘’yetkinliğini’’ davranışlarıyla bir maharet ve başarı olarak, onu kurum içinde izleyenlere de göstererek yaparlar.
Kendi hata ve eksikliklerinden dolayı icraattaki başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmek istemezler.
Başarının kendinden, başarısızlığın da başkalarından dolayı oluştuğunun bilinmesini isterler.
O başkası da bulunamazsa başarısızlığı Allah’a havale ederler.
Bunun için başarısızlık karşısında sorumlu mevkilerde olanlar eleştirilse de bir şekilde kabul görmeye devam ederler.
Başarısızlıkları hakkında çeşitli hikayeler yazarlar.
Suçlularını ararlar, gerekirse hayali suçlular yaratırlar.
Hatasız ve günahsız olduklarını kanıtlamaya çalışırlar.
Hikayeleri yazanlar kendi gerçeklerini, tüm detayları bildikleri halde o gerçekleri yok sayarlar.
Uydurdukları hikayelere herkesten önce ve herkesten fazla kendileri inanırlar.
Bir noktadan sonra her anlatışları ile kendilerini hikayelerine biraz daha inandırırlar.
Dinleyenler ise böyle hikayelere zaten hazır ve alışkındırlar.
Hem anlattırır, anlatanla birlikte dertlenmiş gibi görünürler hem de kendi kendilerine ‘’inanmadığımız bir hikâye daha dinledik’’ derler.
Gerçekleri kabullenmek zordur.
Bundan dolayı hatalarını, yaptıkları ile yapamadıklarını taşıma cesareti gösteremedikleri için inkâr ederler.
İnkâr kendinden kaçanların en güçlü kurtuluş aracıdır.
İnkâr eder ve başarısızlıklarından kurtulduklarını zannederler.
Kendi inandıkları hikayelere başkalarının da inanacağını umut ederler.
Bu tip hikayelere kurum içinde çok az kimse inanır ama genelde ulu orta bunları söyleyenlerin yüzüne vurup mahcup etmek istemezler.
Bilmezler mi ki söyledikleri, yaptıkları inkarları hiç kimse açıklamasa, fark etmese bile, her söyleneni, her yaptığını gören, gerçekleri hiç eksiksiz bilen biri vardır.
O da kendileridir.
Her insan az veya çok kendi hikayesine inanacak birililerini bulabilir.
Saf ve iyi niyetli bazı insanları etkileyebilir.
Hatta bu etkileme işini uzunca bir süre dahi sürdürebilir.
Bu etkileme ne kadar uzun sürerse, gerçekler öğrenildiğinde kandırılanın hayal kırıklığı da o kadar büyük olur.
Bu duruma sebep olanlarla buna tahammül edenler oldukça değişimin ve dönüşümün olması gecikir. İş tesadüflere kalır. Şans kapısı da giderek küçülmüş olur.
En hafif yük, hesap yapmadan gerçekleri söylemektir.
Olumlu yönde değişim ve dönüşüm, kurumdaki tepe yöneticilerin başlarını inkarın ağırlığı ile eğdirmeyeceğini göstermesiyle mümkün olur.
Bu kabul edildiğinde başarının önündeki engellerden en büyüğü ortadan kalkacaktır.
Her şey para, teknoloji, somut planlar ile olmuyor, inkâr hastalığının sebep olduğu davranışlardan da arınmak lazım.
Öncelikle en tepeden başlayarak başarısızlığın sorumluluğu ve bununla ilgili farkındalık olmadan bu arınma süreci başlamaz.
Başarısızlıkları inkâr etmekteki ısrar, normal karşılanan bir davranış haline gelmişse, ilk ele alınması gereken konu başlığı bu olmalıdır.
“İnkâr hastalığının” kaynağı hem özel sektör hem de devlet kurumlarındaki siyasetçi dahil tüm yöneticiler gibi gözükebilir. Ama bunun “pandemi” haline gelmesine uygun zemin ve iklimi hazırlayan unsurlardan biri de sessizce izleyenlerdir.
Yöneticinin Pandemisi: Başarısızlığı “İnkâr Hastalığı”
Tarih