1 kadın 9 ayda 1 bebek doğuruyorsa, 9 kadın 1 ayda 1 bebek doğurabilir mi!

Tarih

Sınavlarda “1 işçi bir duvarı 10 günde örüyorsa, 5 işçi aynı duvarı kaç günde örebilir?” tarzında sorularla eminim hepimiz defalarca karşılaştık.
Basit bir mantık ve oran hesabıyla kolaylıkla çözülebilen bu tip soruların aksine gerçek hayatta sonuçlar ve çözümler her zaman beklenen gibi veya tek değildir.
Toprağa atılan tohum, kendi mevsimini bekler. Çiçek olacak tomurcuk vaktinden önce açmaz. Sevgi, dostluk ya da güven, birkaç günde kök salmaz. İnsan hayatında da iş hayatında da bu kural değişmez. Olgunlaşma sürecini kısaltmak işe yaramaz. Her gün bardak bardak içtiğimiz çayın bile belirli bir demlenme süresi vardır. Çayı 3 demliğe pay ettiğinizde daha kısa sürede demini almaz sadece 3 demlik demini almamış tatsız çayınız olur.
İnsani ilişkilerde sabırsızlık, henüz güven oluşmadan biten dostluklar, kök salmadan kopan sevgiler, henüz olgunlaşmadan alınan kararlar gibi prematüre etkiler yaratır. Tüm bunlar, zamanı zorlamanın getirdiği yan etkilerdir. Sabır, sadece beklemek değildir. Sabır, zamanı onurlandırmaktır. Olgunlaşmayı, büyümeyi, dönüşümü kabul etmektir.
Günümüzün hızlı temposunda her geçen gün birçok karar alıp uygulamaya geçirme baskısı yöneticilerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. İki tarafı keskin bıçak gibi ya o kararlar verilecek ya da rakiplerden bir adım geride kalma riski alınacaktır. İşini çok iyi bilen, sektörü iyi takip eden gerekli yetkinliklere sahip tecrübeli yöneticilerin verdiği kararların doğruluğu yüksek ve demini almış lezzetli çay misali tatmin edicidir. Bu noktada en önemli parametrelerden biri de zamanla kazanılmış tecrübedir ve bunu kısa yoldan elde etmek mümkün değildir.
Çalışanlarından yaptıkları görevin hakkını vermelerini bekleyen yöneticiler ve işverenler de gerekli tecrübe ve yetkinliği kazanmaları için zaman ve fırsat vermelidirler ki karşılığını alabilsinler. Gerekli eğitimi, şirket kültürünü ve beklentileri tam olarak alan ve bunları ustalıkla kullanabilecek fırsatı bulan çalışanlar giderek artan şekilde katma değer yaratmaya başlarlar. Ancak ilaç alırken nasıl düzenli ve istikrarlı dozaj disiplini önemliyse, bir çiçeğe doğru oranda ve zamanında su verilmesi hayati önem taşıyorsa, çalışanlara yapılacak beslemelerde (prosedürler, eğitimler, yetkinlikler, görevler, hedefler) bu hassasiyette olmalıdır.
Yazılım dünyasında “Brooks’un Yasası” der ki: “Geciken bir projeye yeni insan eklemek, çoğu zaman gecikmeyi daha da artırır.” Çünkü iletişim yükü artar, koordinasyon zorlaşır, sistemin doğal ritmi bozulur. Aslında bu durum sadece yazılım için değil, tarımdan sanayiye, finanstan liderliğe kadar her alanda geçerlidir. Doğanın ve sürecin ritmini görmezden gelen yönetici, hız kazandığını zannederken yavaşlar.
Yola çıkarken planları doğru yapmak ve zamanında aksiyon alıp hasadı beklemek başarının anahtarıdır. Dur bakalım gerekirse yaparız çözümleri, son ana kadar işe alımların geciktirilmesi, kervan yolda düzülür güzellemeleri ise başarısızlığa giden yolun başlangıç hamleleridir.
Tabii ki iş gücünü, yatırımı arttırarak işi hızlandırmanın gerçekleştiği vakalar vardır. Ancak baştan planlanmayan ilave eforun her zaman fazladan maliyeti vardır. Duvarı örecek ustaları zamanında ayarlamazsan 5 iyi ustayı bulmakta kolay ve uygun maliyetli olmayacaktır. Bu yüzden ön görülü ve ihtiyatlı olmak üst düzey için vazgeçilmezdir. Yönetim bu konuda kendini yetersiz hissediyorsa danışmanlardan veya yeni yöneticilerden destek almalı ve bunu bir masraf değil tasarruf kalemi olarak görmelidir.
Sorumuzun cevabına gelirsek 9 kadın 1 ayda bir bebek Dünya’ya getiremez. Ama 9 kadın 9 ayda 9 bebek doğurabilir. Yani zamanın doğasını değiştiremezsiniz fakat doğru şekilde kaynağı çoğaltarak çıktıyı artırabilirsiniz. İşte bu, stratejik düşünmenin özüdür. Bir liderin görevi, zamanı bükmeye çalışmak değil, zamanı doğru kullanacak sistemler kurmaktır. Doğru görev dağılımı, doğru sorumluluk paylaşımı, doğru ekipler… Bunlar bazen süreci hızlandırabilir hatta aynı sürede daha fazla değerde üretilir.
Zaman, insan kaynağıyla satın alınamaz. Süreçlerin kendi ritmi vardır. Liderliğin en önemli görevi, bu ritmi görmek, ona saygı duymak ve insan kaynağını bu ritme uygun şekilde organize etmektir.
Doğru zamanda, doğru insanlarla yürütülen süreçlerin doğuracağı sonuç, sabırsızlığın heba ettiği her şeyden daha değerlidir ve belki de bu yüzden, en kalıcı başarılar aceleyle değil, zamanın hakkını vererek kazanılır.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.