Adam Olacaksın

Tarih

Yoğun İstanbul trafiğinde dar bir sokakta arabasıyla sıkışmış kalmış olan adamın gözü, sokağın başındaki çöp konteynerine yarı beline kadar sarkmış, üstü başı pislik içinde olan 12-13 yaşlarındaki çocuğa takıldı. Çocuk, çöpten topladığı muhtemelen geri dönüşümü mümkün atıkları hemen arkasındaki, pislikten görünmeyen ve tekerlekli bir demir parçasına takılı çuvala atıyordu.
Bir Avrupa metropolünde olsa büyük hayret ve şaşkınlık uyandıracak olan bu görüntü, İstanbullu vatandaş için her an ve her sokakta rastlanabilecek sıradan bir manzaraydı. Trafik iyice kilitlenmiş, korna sesleri ve ne dediği anlaşılmayan avaz avaz haykırışlar arasında adam gözünün önündeki manzaraya takılıp kalmıştı.
Çöp toplayan çocuk, aşağı yukarı kendi çocuklarından birinin yaşındaydı, yani normal koşullarda, sosyal devlet anlayışıyla yönetilen uygar bir memlekette bu çocuğun şu saatte okulda, dershanede ya da spor salonunda hatta bir sanat atölyesinde eğitim alıyor olması gerekirdi. “Ne acı,” diye geçirdi içinden. Hasbelkader senede birkaç defa görme imkanı bulduğu Avrupa ülkelerindeki eğitim sistemini, sosyal devlet yaklaşımlarını, hatta nadiren de olsa çocuğuna bakamayan ailelerin çocuklarının devlet tarafından alınıp nasıl özenle yetiştirildiğine ilişkin okuduğu makaleleri, yurtdışında yaşayan arkadaşlarından dinlediği hikayeleri hatırladı ve hemen arkasından Türkiye’deki kimsesiz çocukların koşullarını ve sık sık medyaya yansıyan, bu zavallı çocukların gördüğü zulmü ve şiddeti yansıtan görüntüleri düşündü ve bir kez daha içi burkuldu.
Komşusu açken tok yatamayan bir kültürden gelirken, sonra nasıl olup da günümüzün sosyal uçurumlarına, yokluğuna ve yoksulluğuna bu kadar kayıtsız kalan bir toplum olduğumuzu anlamak, çözmek çok zordu doğrusu. Arada bir günü kurtaran ve toplumsal vicdanımızı rahatlatan kampanyalar, organizasyonlar yapılıyordu elbet. En fiyakalı stüdyolarda en popüler dizi oyuncuları, şarkıcılar toplaşıp yardım kampanyalarında vatandaştan SMS ile para topluyor, ihtiyaç sahibi ailelere ve çocuklara hesapta el uzatıyor ama bu işi düzenleyen bir kurum, bir sistem olmadığı için belki o gün kurtarılıyor, birilerinin acısı hafifletiliyor ama ertesi gün bu güzelim ülkenin bir başka yerinde yokluk, açlık, kimsesizlik, çaresizlik katlanarak büyümeye devam ediyor, gazetelerin üçüncü sayfalarında cinnet geçirip ailesini öldüren ya da üç kuruş için anasını, babasını boğazlayan insanların haberleri boy gösteriyordu.
Oysa diye düşündü adam, benzinin, yağın karneyle satıldığı, en temel ihtiyaç maddelerini alabilmek için günlerce kuyruklarda beklenen kendi çocukluk yıllarında ve hatta annesinden dinlediği, kitaplardan okuduğu 1940’lı 50’li cihan harbi sırasında ki yokluk yıllarında bile Türk toplumu bu kadar çaresiz değildi sanki. Belki fakirdi ama dayanışmayı, paylaşmayı bilen daha mütevazi, ölçülü bir milletti kuşkusuz.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yokluk içinde çağdaşlaşmaya çalışan, en ücra Anadolu köylerinden kasabalarından çıkıp Köy Enstitülerinde, yatılı okullarda mum ışığında ders çalışarak okuyup adam olmaya çabalayan idealist evlatlarının çocukları ve torunları, ne zamanki karaborsacılık yapmayı, rüşvet almayı, hak yemeyi, köşe dönmeyi ya da rantiye bir hayat modelini öğrendi? İşte o zaman varlık içinde yokluk dönemi başladı.
Bugün geldiğimiz noktada; bir tarafta ekonomik seviyesi yüksek ailelerin özel okullarda okuyan, futbol topuna ayağını sürmeden PLAY STATION sayesinde bütün Avrupa takımlarının kadrolarını ezbere sayabilen, savaşın ve yokluğun ne olduğunu televizyonlardan bir fantastik TV dizisi izler gibi gerçekliğinin farkına varmadan izleyen ama öte yandan bilgisayarda savaş ve strateji oyunları uzmanı olan, nihayetinde gerçek yaşamla sanal yaşam arasında cılız bir dal gibi sallanıp duran çocukları, diğer tarafta çöpten karton, plastik toplayıp, sokaklarda türlü taciz ve istismara uğrayan, acımasız gerçek dünya ve yaşam savaşı ile gereğinden fazla erken tanışan memleket çocukları nasıl olacak da ileride bu ülkede barış içerisinde yaşayacaklar diye düşündü adam ve bir nebze açılan trafikte ilerledi kafasında bu çözümsüz soruyla, bir dahaki umutsuz yolculuktaki bir başka vicdan muhasebesi seansına doğru.
Daha çok küçüksün çocuğum,
Büyüyecek adam olacaksın.
Yaşam kavgasında bir yumruk,
Sevgi denizinde bir liman olacaksın.
Nice sınavlar atlatacaksın,
Ve nice hayal kırıklıkları yakacak yüreğini,
Sayısız sevdalar dolaşacak başında.
Gün gelecek kırılacak, itileceksin bir kenara,
Gün gelecek sevgiler saracak dört bir yanını.
Umutlara doğru koşacak, hayaller kuracaksın.
Arada bir azalacak yaşama direncin,
Ama yılmayacak, hep savaşacaksın,
Kolay mı çocuğum ADAM OLACAKSIN.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.