Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, neredeyse olayların doğasına uygun yaşanılanına denk gelmemiz oldukça zorlaşmış gibime geliyor. Sosyal etkileşimlerin değer odağından koptuğu, iş hayatındaki güvene dayalı iletişimin azaldığı, nezaket ve takdirin neredeyse yok olmak üzere olduğu bir dönem.
Anımsıyorum da ortaokul zamanlarımda ilk defa otobüse binerek okula gitmeye çalışırken dünya gözüme daha farklı görünürdü. Sosyal hayatı daha dar olan ve ortalama zaman diliminde maruz kaldığı insan sayısı belli iken artık sınırlar aşılmaya başlanmıştı. Belki de gözlemlenmesi gereken kişiler ve anlaşılmayı bekleyen hikâyelerin heyecanıydı o zamanlar içimde yaşanan bu hisler. Neredeyse 1 saat süren o yolculuklarda sayısını hatırlayamadığım kadar fazla çocukluk gözlemi ile empati yaparak kişilerin gününü hatta bazen yaşamlarını, karakterlerini tahmin etmeye kadar giden oyuna dönüştürmüştüm artık. Elbette bu tahminlerimin çoğu gerçekte olanın yanından bile geçmiyordu lakin şunu hatırlıyorum, gördüklerim ve duyduklarım daha insana dair daha doğal ve gerçekti şimdiye nazaran.
Koca koca markaların, ayakkabıların, saatlerin, kıyafetlerin vs. dünyanın belli ülkelerinde ucuz işçilik maliyetinden dolayı sahte ürünleri üretilerek farklı bölgelere gönderiliyor. Kimi lokal alanlarda üretimini daha düşük ölçekte yapıyor iken insan olarak biz sahteliğimizi nerede üretiyoruz? Bu ürünleri sahte yapan orjinalinden uzak tasarımı belki de meydana getiren ürün kalitesizliği iken bizleri sahte yapan neler? Bu sorunun bende ki cevabı kendi hikâyelerimize karşı yeterince sorumluluk alamıyor oluşumuz. Kabul görmek, onaylanmak ve hatta sosyal alanlarda en ufak bir alaycı bakışa maruz kalmamak için sakladığımız kırgınlıklarımız, kusurlarımız ve tamamlanmamış boşluklarımız. Yani tam olarak bu hikâyenin daha ileriye gitmesi daha güzel hale gelmesi için gerek duyulan yegâne ihtiyaçlar. Bana sorarsanız insanın en çok iletişimde olması gereken kişinin, en çok soruyu sorduğu ve anlamak için en çok çaba sarf ettiği kişinin kendisi olması gerekiyor. Nasıl zor zamanlar büyük liderler yaratır ise bir yaşamın kaliteli bir hikâyeye dönüşmesi içinde üstünde çalışılması, anlaşılması ve kabullenilmesi gereken kısımları vardır.
Bazı konuları uzak doğu felsefesi ile daha keyifli kavrıyorum. Geçtiğimiz senelerde karşıma çıkan “ Kintsugi “ yani hasar almış şeyleri altın ile onaran Japon sanatı da bunlardan biri.
Peki, Kintsugi bize ne anlatabilir?
Japon sanatı Kintsugi bize farklı bir bakış açısı sunar: Kırıkları saklamak yerine altınla onarmak ve onları daha değerli hale getirmek. Bu teknik, Japon kültürünün “kusurlardaki güzelliği” vurgulayan wabi-sabi felsefesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Rivayete göre 15.yüzyılda Japonya’da yaşayan Ashikaga Şogunluğu döneminde Şogun Yoshimasa’nın değer verdiği çay kâsesi kırılır ve tamir edilmesi için Çin’e gönderilir. Geri gelen kâse oldukça kötü şartlarda tamir edildiğinden Yoshimasa bu durumdan memnun kalmayarak Japon zanaatkâr ile daha iyisini yapabileceklerini düşünürler ve “ Kintsugi “ sanatının temeli atılır. Kırıkların bir kusur olmadığı ve daha değerli hale getirme sanatı olan Kinstugi sadece fiziksel onarımdan öte insanlık içinde derin mesajlar taşıyan bir güce sahip.
Yaşam hikâyelerimizde başımıza gelen olaylar döngüsünde kimi zaman altından kalkamayacak kadar derin düşüşler yaşadığımızda belki de hatırlamamız gereken bir bakış açısıdır. Bizi biz yapan hayal kırıklıklarımız, kendimize bile hatırlatmaktan çekindiğimiz yaralarımız ve belki de olduğumuzdan çok daha farklıymış gibi görünce çabamız bu hikâyeyi özünden uzaklaştırmaktadır.
Her düşüşün içinde daha yukarı gidebilmek için bir mesaj, kırgınlık veya kırılmalarda filizlenmeyi bekleyen yeni bir dal, çoğu başarısızlık ve hayal kırıklığının altında yatan bir anlam olduğuna inanıyorum. Tam da bu noktada hikâyemize biraz daha şefkatli bakmanın ve başımıza gelen olaylara Kintsugi sanatında olduğu gibi özenli tamir etme ve daha değerli hale getirmeyi niyet ederek sürdürmenin yaşam içinde kendimize verebileceğimiz armağanlardan biri olduğunu düşünüyorum.
Başarılı olmanın bu kadar ön planda tutulduğu günümüzde neredeyse tüm odağın zirveye çıkış yollarını araması anlaşılabilir iken belki de diğer tarafta bu yolu çıkacak olanın kendi içinde anlaşılması daha önceliklidir.
Hikâyeni senden uzaklaştıran bir anlaşmazlığın var ise dışarıya değil içeriye bakalım birlikte.
Altınla Kapatılan Çatlaklar,Kendi Hikâyemizi Ne Zaman Unuttuk?
Tarih