Ay çekirdeği deyip geçmeyin!

Tarih

İş hayatında biriktirdiğim anekdotları belki bir kitap altında toplarım diye aklıma geldikçe not ediyorum.
Farklı kültürlerin kendini ifade ederken kullandığı kelimelerdeki tercihleri ile ilgili minik birkaç anekdotu yazıya döktüm.
Dilimizdeki kelimeleri umutlu olmak ve pozitif olmayı başarmak için kullanmak ile ilgili bize bir şeyler söylüyor bu anekdotlar.
Keyifle okumanız dileğiyle paylaşıyorum.
Ay çekirdeği mi güneş çekirdeği mi?
Yıllar önce meşrubat ürünleri ile birlikte bedava ay çekirdeği verdiğimiz bir tüketici promosyonu yapmıştık.
İşsizliğin arttığı, ekonomik sıkıntının hat safhaya ulaştığı ortamda evde ve dışarıda ay çekirdeği tüketiminin arttığı tespit edilmişti. Maliyeti de göreceli ucuz bir keyif aracı olabileceği bulgusundan hareketle bu promosyon yapıldı.
Sene sonuna doğru yurtdışından geniş bir katılımın olduğu “iyi uygulamaları paylaşım” toplantısında bu tüketici promosyonunun dayandığı sosyo-ekonomik iç görü verileri ve promosyonun mekaniği ile sonuçları paylaşıldı. İngilizce yapılan sunum sırasında Türk pazarlama yöneticisi şaka olsun diye bunu ‘’moonflower seed consumer promotion’’ demesiyle sonrasında konu Türk toplumu ve olaylara bakışı ile ilgili keyifle hatırladığım bir tartışmaya da yöneltti.
Ayçiçeği dediğimiz bitkinin ismi İngilizcede ‘’sunflower’’.
Birçok dilde de bu bitkinin ismi direk tercüme edildiğinde İngilizcede olduğu gibi güneş çiçeğiymiş.
Dünyanın her yerinde çocuklar resim yaptıklarında güneşi üç aşağı beş yukarı bu çiçeğin resmine de benzeterek çiziyorlar.
O kadar da güneş ile özdeşleşmiş bir bitki bu ‘’sunflower’’.
Bir tek Türkçede ‘’güneş çiçeği’’ denmiyor bu bitkiye.
Ya ne deniyor?
‘’Ayçiçeği’’.
Bitkinin uzaktan yakından karanlık ile alakası yok hâlbuki.
Gün içinde dünyanın hareketine göre güneşin olduğu yöne doğru kendini bir yerde güneşe sabitleyerek hareket ediyor.
Hatta karanlıktan kaçan bir bitki bile denebilir.
Bu kadar da karanlığa tavır koymuş, güneşe bağlı bir bitki.
Vay sen misin umudun temsilcisi ışık ve sıcaklığı bıkmadan arayıp bulup takip eden.
Ne hakla bu kadar güneşe bağlılık gösteriyorsun dercesine, al sana bunun tersini çağrıştıran bir isim.
“Ayçiçeği.”
İngilizceye direk tercüme etseniz ‘’moonflower’’ oluyor.
Her umudun ille de tereddüt ettirip düşündüren bir karanlık tarafının olması mı lazım bizim toplumumuzda.
Bu tatlı tartışma sürerken bir arkadaşımız araya girip tartışmanın içine iyice tuz biber ekti.
Kendi çocuklarına ‘’İmdat’’ ya da ‘’Yeter’’ ismini uygun gören bir toplum için bu normaldir dedi.
Bunun da başka bir toplumda olmadığı kanısına varılacaktı ki, yabancı katılımcılardan biri araya girip böyle isimlerin Kızılderililerde ve Eskimolarda olduğunu söyledi!
Çocuklarına reva gördükleri isimlere bakınca ‘’ayçiçeği’’ masum ve normal kaçıyor diye konuyu kapattık.
Unutmamak mı hatırlamak mı?
Kuzey Avrupalıların çoğunlukta olduğu bir ekip ile toplantı sonrası yemekteydim.
Masadaki arkadaşların bir kısmının sistemde 25. yılını doldurmuş olduğu söylendi.
Biz genelde sevdiğimiz, başarılı bulduğumuz insanlara ‘’seni unutmayacağız.’’ deriz denildi.
Kuzey Avrupalılar da bu cümle kullanılmıyormuş.
Ayni duyguyu farklı şekilde ifade ederlermiş.
‘’Seni her zaman hatırlayacağız.’’
Arada fark var mı?
Hangi ifade daha pozitif?
Hangisi daha samimi?
Söylenen için hangisi daha gurur verici?
Hatırlamak mı yoksa unutmamak mı?
Karar veremedik.
Ortada kaldı.
Makbul olanın zarafeti
Amerikalıların ağırlıkta olduğu bir toplantının sonunda, aile içinde büyüklerimizin söylediğini hatırladığım ve bugüne kadar taşıdığım lakırdılardan birini söyledim.
‘’Makbul olan başkalarının seni, olmadığın ortamlarda başardıkların ile övmesidir’’.
Ne kadar güzel bir özdeyiş diye tekrarlayıp belleklerine not ettiler. Trump’ın ilk başkanlık dönemiydi. Yüzünde müzmin bir gülümsemeyle “Tam da Trump’ı özetliyor” dedi Amerikalı arkadaş. Güldük.
Günümüzde ara ki bulasın bu davranış ve anlayışta olanları.
Etrafımızda ‘’Ben’’ ile başlayıp bununla hızlarını alamayıp yine ‘’kendiyle’’ cümlelerini bitirenler fink atıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.