Geçtiğimiz ay, Kanadalı fotoğraf sanatçısı Christopher Herwig’in Taksim Sanat’ta sergilenen “Sovyet Otobüs Durakları” sergisini gezdim. Bu sergi, Sovyetler Birliği döneminde inşa edilmiş sıra dışı otobüs duraklarını fotoğrafladığı uzun soluklu bir belgesel projenin ürünüdür. Herwig, 2002’de bisikletle çıktığı bir yolculukta bu durakların beklenmedik biçimde yaratıcı, özgün ve yerel sanatı yansıtan mimarisine hayran kalarak onları belgelemeye başlamıştır. 11 yıllık bir çalışmanın ürünlerinden biri olan bu sergi, betonun sıradanlığı içinde sanatsal cesaret ve bireysel ifade arayışını gösterir; Sovyet mimarisinin genellikle tekdüze algılanan yüzüne şiirsel bir alternatif sunar.
Sergiyi gezerken, geniş Sovyetler coğrafyasının farklı noktalarında, farklı yaklaşımlarla yaratılmış bu durakların taşıdıkları estetik ve derinlikle sanat eseri sayılabileceklerini düşündüm. Bazı fotoğraflarda sanatçının ışık, derinlik ve perspektif yorumları ile sanki başka âlemlerde çekilmiş olduğu hissi de beraberinde geldi. Durakların bendeki izdüşümüne baktım, çocukluğum gençliğim boyunca duraklarda çokça beklemiştim. Duraklarda beklerken ben nasıl biriydim, neler yapardım, ne düşünürdüm? Cep telefonlarının olmadığı zamanlarda, kafamızı gömecek bir yer olmadığından etrafa bakardım, insanları seyrederdim, sanki doğadaki değişikliklerle daha derinden bir bağım olurdu. Kuruyan yaprakların varlığı, çokluğu, çocuklar, telaşla koşuşanlar, kaçan otobüsler, yakalanan otobüsler… En çok da kendimle ilgili düşündüğümü fark ettim. Kaygılarım, umutlarım, ödevlerim, günlük yapılacaklar listemle hemhal olurdum duraklarda. Durak kelimesinin “durmak” eğleminden geldiğinden yola çıkarak, artık durmadığımızı da farkettim. Hayatımızda boşluk yoktu, dururken bile durulmuyor; hep bireyler yapılıyordu. Durmanın faydalı, daha da önemlisi zorunlu bir hareket olduğunu ilk farkettiğim an Stephen Covey’in “Etkili İnsanın 7 Alışkanlığı Kitabı”nı okuduğum profesyonel hayatımın ilk yıllarına denk gelir. Bu 7 alışkanlığı say deseniz sayamam ama 3. Yetkinlik hiç aklımdan çıkmaz “Baltayı Bilemek”. Elbette diğer 6 yetkinlik daha az önemlidir demiyorum ancak, bende yeni bir perspektif açan bu başlık olmuştu. O ana kadar durmak, benim için hep zaman kaybı, sorumsuzluk, boşuna geçirilmiş ömür demekti. Durma eyleminin içindeki, bilinçli “olma hali”nin ehemniyetini ve zaruriyetini kavramış bile değildim. Aklım, sadece, baltayı bileyince artan kesilen ağaç sayısı üzerinden performans odaklı bir sorumlulukla aydınlanıyordu; “olma”nın değil, hala yapmanın, hem de çok yapmanın peşindeydim.
“Baltayı bilemek”, kişisel yenilenmeyi, yani hem bedensel hem zihinsel hem de duygusal/spiritüel olarak kendimizi tazelemeyi anlatır. Covey’e göre bu, verimliliği sürdürebilmek için kendimize yatırım yapmak anlamına gelir. Kendimle temasın kıymetini anlamam ise bundan uzun yıllar sonrasına, Gestalt ile tanışmama rastlar.
Covey “baltayı bilemenin” düzenli olarak dört boyutta yapılması gerektiğini söyler:
1.Fiziksel yenilenme:
Egzersiz, sağlıklı beslenme, yeterli uyku ve dinlenme.
Vücudu enerjik tutarak zihinsel ve duygusal kapasiteyi de güçlendirir.
2.Zihinsel yenilenme:
Sürekli öğrenme, okuma, yazma, düşünme, yeni şeyler deneme.
Merak ve yaratıcılığı canlı tutar.
3.Duygusal / Sosyal yenilenme:
Güçlü ilişkiler kurmak, empati, sevgi ve destek paylaşmak.
Sosyal bağlar içsel dengeyi sağlar.
4.Ruhsal / Manevi yenilenme:
Değerlerle, anlam ve amaçla yeniden bağlantı kurmak.
Meditasyon, doğada zaman geçirmek, dua etmek veya içsel sessizlik anları.
Ve sonra düşünmeden edemedim:
Belki de bu dört boyut, sadece bireysel değil, liderlik yolculuğumuzun da olmazsa olmazı. Çünkü liderlik de, tıpkı hayat gibi, sürekli bir hareketin içinde kaybolma riskini taşır, geleceği tasarlamak üzere harekete geçmenin yanında, günlük işler içinde kaybolduğumuz olur. Durmadan üretmek, çözmek, yön vermek, yetişmek isteriz. Ama bazen gerçek liderlik, bir adım geri çekilip durabilme, sessizleşip yenilenebilme cesaretinde saklıdır. Durup geçmişe bakmak, ihtiyaçları gözden geçirmek, hayatın akışının getirdikleri ile gerçek ihtiyaçları ayrıştırabilmek gerekir.
Peki siz, liderliğinizde nasıl duruyorsunuz?
Gün içinde kaç kez gerçekten “durmayı” başarıyorsunuz — nefes almak, düşünmek, dinlemek, sadece “olmak” için?
Durabildiğinizde ne yapıyorsunuz? Takımınız, sizin durduğunuz yerden ne hissediyor?
Hızın içinde, sessizlikle bağınızı koruyabiliyor musunuz? En son ne zaman baltanızı bilediniz?


