Batının Çekim Gücü

Tarih

Avrupa ve ABD’ye ayrı ayrı veya bir bütün olarak ‘’Batı’’ diye atıfta bulunuruz.
Halk arasında gönderme yapılan ‘’Batının çıkarlarındaki’’ ‘’Batı’’ kelimesi bencil ve olumsuzluğun ifadesidir.
“Batıya” göndermede bulunanları mağdur efe konumuna kestirmeden oturtur.
Ama dönüp bir şeyi övmek istersek de yine ‘’Batıya’’ atıfta bulunarak ifade ederiz.
Birçoğumuz Avrupalı, Amerikalı olan her şeyin güzel olduğunu, güzel olan her şeyin de iyi olduğunu düşünürüz.
Bundan dolayı eli yüzü düzgün insanlarımıza ‘’Avrupai bir çehresi var’’, iyi futbol oynayan futbolcularımıza da ‘’Avrupai oynuyor’’ deriz.
Türk insanının batı ile doğu arasındaki ikilemidir bu duygusal dalgalanma.
Bilinçaltında “batıyı” memnun etmek isteyen tutumlar içerisine meyilli olmaya zorlar.
Batının yarattığı bu çekim gücüyle nasıl iş yaptırdığını anlatan yaşanmış bir hikâyeyi aktaracağım.
Şirketin birinde, çalışanlar tarafından kurumun işine yarayacak bir ‘’kaynak’’ tespit ediliyor.
‘’Kaynağın’’ ne olduğu önemli değil, bu bir maden veya tesis yapılacak bir arazi olabilir. ‘’Kaynak’’ firma için önemli.
Şirkette çalışan orta kademe yöneticiler kendi inisiyatifleriyle kaynağın yakın olduğu köye ayni sosyo-ekonomik gelir grubunda olan işçileri Cuma namazı için servis organize ederek göndermeye başlıyor.
Hatırı sayılır sayıda ‘’Anglosakson’un’’ olduğu üst yönetimin bu Cuma namazı organizasyonundan haberi yok ama büyümek için ‘’kaynak’’ arayışı stratejik hedefler arasında olduğu orta kademe yöneticiler tarafından biliniyor.
Dolayısıyla böyle bir kaynağın elde edilmesinin üst yönetimi ve yurtdışındaki merkezi de son derece memnun edeceği kolaylıkla tahmin ediliyor. Bu arada Cuma namazı sonrası zaman zaman köyün ileri gelenlerinin yaptığı pide ikramına işçiler de aralarında para toplayarak katkıda bulunuyorlar.
İşçilerin amiri konumundaki şef köydeki bu kaynağı, köy halkının ihtiyacını karşılayacak şekilde şirket için kullanmayı konuşmak için muhtardan ve ihtiyar heyetinden imam aracılığı ile randevu talep ediyor.
Muhtar da köyün kaybının olmayacak olmasından ve maddi bir kazanım olacağından teklifi kabul ediyor. Köy halkının buna problem çıkarmaması için gerekli söylemi ve telkini yapıyor.
Karar yürürlüğe sokuluyor ve ilgili çalışmalar başlıyor.
Bu kararın, işçilerin Cuma namazına giden köydeki birçok kişi gibi aynı sosyo-ekonomik kesimden olmaları firma yabancı sermayeli olsa da ne derece etkili olduğu düşünmeye değer.
Batı kültürü dediğiniz şeyin bir boyutu da sizi ileriye yönelik planlama yapmaya, fırsatları kollamaya şartlandırması.
Bakalım sabah ne gösterecek diye uykulara dalıp, başarıyı getirecek tesadüfleri ıskalamaya müsaade etmeyen iklimi bir şekilde oluşturuyor. O iklim de şans kapısını büyütüyor.
Bunu yaparken elinizdeki tüm unsurları ve kaynakları kullanmayı ve yeri geldiğinde talep etmeyi öğretiyor.
Bu hikâyeyi alıp ‘’sömürülüyoruz’’ diye de işleyebilirsiniz.
Diğer taraftan bu konuyu ele alıp atıl duran bir kaynağın bulunduğu bölgedeki halkın da refah düzeyini artırmak için kullanılması için yapılan iş birliği diye de lanse edebilirsiniz.
Bu hikâyede aslında iş hayatında ve siyasette karşılaştığımız birçok gelişmenin ilk anda anlaşılamayan gizemli bir kesiti saklı.
Gizemli çünkü hayat görüşünüz ne olursa olsun bazı işlevleri kim sırıtmadan yerine getirebilecekse onunla iş birliği yapılması esas oluyor.
‘’Batı’’ dediğimizin esas mahareti yalnızca ‘’düğmeye basarak’’ toplum içerisindeki siyasi ve ekonomik bağlantıları devreye sokarak yönlendirme yapmasında değil.
Eğitim sisteminden, kültüründen iş yapış öğretilerinden başlayarak kendi görünmeyen ordusuna farkında olmadan bile süvari yazabilmesinde.
İleriye yönelik planlama yapmaya, fırsatları kollamaya şartlandırmasında.
Bunu da yaparken elinizdeki tüm unsurları ve kaynakları kullanmayı ve yeri geldiğinde talep etmeyi öğretmesinde.
Yeri ve günü geldiğinde kendinden bile kraldan kralcı yapabilmesinde.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.