Birde Finans’la olan ilişkilerini Satış ekibinden dinleyin

Tarih

Değerli yazarımız Olcay Hanım’ın kaleme aldığı “Aynı gemide farklı çekilen kürekler ile yolculuk, Satış ve Finans” başlıklı o incelikli analizi okurken, yüzümde hem bir tebessüm hem de derin bir anlayış belirdi. Kendisinin hem bir Finansçı hem de bir üst düzey yönetici olarak deneyim ve bilgisi ile yazdığı yazı bana da bu yazıyı yazmakta ilham kaynağı oldu. Evet, satış ekibi “gaza basandır”, finans ise o elzem “fren mekanizması”. Bu benzetme o kadar yerinde ki, neredeyse tüm şirket kültürü bu iki metafor üzerinden okunabilir. Analizdeki her bir tespit, özellikle Türkiye gibi dalgalı denizlerde yüzen gemiler için, ne yazık ki sonuna kadar doğru.
Ancak yazıda, motorun neden hararet yaptığını, kaptanın neden sürekli tam yol ileri komutu verdiğini ve fırtınanın güverteden nasıl göründüğünü anlatmayı da yıllarını satışa vermiş biri olarak görev biliyorum. O bakış açısını sahadaki alın terini akıtan insanlar adına anlatarak belki birazda olsa iş insanlarına ilham verebilirim.
Finans için “risk” bir Excel tablosunda kırmızıya dönen bir rakam, bir oran, bir sapma göstergesidir. Bizim içinse risk, sabah kapıdan çıktığımız andan itibaren soluduğumuz havadır. Risk; fiyatını bir gecede %10 kıran rakibin hamlesidir. Risk; tam “anlaştık” derken “bütçem kesildi” diyen müşterinin telefonudur. Risk; aylarca peşinde koştuğumuz bir ihalenin son anda bizden daha uzun vade veren bir rakibe gitmesidir.
Finans departmanı dikiz aynasına bakarak yol haritası çizerken (bence de bu kesinlikle gereklidir), bizler ön camdan her an fırlayabilecek bir sonraki engeli ve yol kenarında aniden beliren fırsat tabelasını aynı anda görmeye çalışıyoruz. Bu yüzden bizim “agresif” olarak etiketlenen taleplerimiz, aslında birer hayatta kalma refleksidir. “Kontrolsüz” görünen siparişlerimiz, aslında pazar payını rakibe kaptırmama mücadelesidir.
Gelelim o meşhur tahsilat meselesine… Yazıda belirtildiği gibi, satışın tahsilatla bitmesi gerektiği fikrine yüzde yüz katılıyorum. Hiçbir satıcı, vadesi gelmiş ve ödenmemiş bir alacağın savunucusu olamaz. Ancak süreç, “Parayı al ve gel” komutu kadar basit değil.
Finansın belirlediği katı vade kuralları yüzünden kaç müşteriyi rakibe kendi ellerimizle teslim ettiğimizi biliyor musunuz? “Maksimum 60 gün vade verebiliriz” dediğimizde, rakibin “90 gün olur, hatta bir kolaylık düşünürüz” dediği bir pazarda yarışıyoruz. O an satışçı iki ateş arasında kalır: Ya şirketin kuralına uyup müşteriyi kaybedecek ya da müşteriyi kazanmak için finansla o bitmeyen “vade esnetme” mücadelesine girecektir. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Tahsilat sürecine dahil olmak, müşteriye “Hani para?” diye telefon açmak değildir. Müşteriyle kurulan o hassas ilişkiyi, ödeme sıkıntısı yaşadığı anda da yönetebilme sanatıdır. Bu sanatı icra edebilmemiz için de elimizde finansın bize verdiği esnek enstrümanlar olmalıdır. (Bu da her zaman kullanılmasa da satıcının cebinde olması gereken bir donanım.)
Ayrıca genellikle satış ekibine yöneltilen “nasıl olsa satılır yaklaşımıyla üretin gerisi kolay” eleştirisi, konunun en can alıcı noktalarından biri. Bu yaklaşımı savunan bir satıcı varsa, zaten mesleğini yanlış yapıyordur. Ancak gerçek genellikle şudur: Tedarik zincirindeki bir aksama, döviz kurundaki bir sıçrama veya rakibin stok yapma hamlesi, bizi “şimdi üretmezsek bir daha bu fiyata ham madde alamayız, fiyat arttırmamız gerekir” veya “bu malı şimdi bağlamazsak sezonda raflarımız boş kalır” noktasına getirir.
Sahadaki insanların talebi, “içerideki kaynakların doğru işleyip işlemediğini denetleyen” finans ile “dışarıdaki fırtınanın nabzını tutan” satışın aynı masada, aynı haritaya bakmasıdır.
Evet, rollerimiz net tanımlanmalı. Evet, ortak hedeflere yürümeliyiz. Ama bu, sadece raporların ve dashboard’ların paylaşıldığı haftalık toplantılarla olmaz.
Çözmek için uzun zaman şirketlerin farklı pozisyonlarında çalışmış biri olarak aşadaki konular bana öncelikli geliyor.
Finans yöneticilerimizin en az ayda bir gününü satış ekibi ile sahada, bir müşteri ziyaretinde geçirmesidir. O pazarlığın zorluğunu, rakibin nefesini ve müşterinin beklentisini yerinde görmesidir. (Saha gerçektir ve departmanların tamamı için bir terazidir.)
Satış ekiplerinin temel finansal okuryazarlık eğitimleri alarak, attıkları her adımın şirketin nakit akışına ve kârlılığına etkisini bir finansçı gibi okuyabilmesidir. (Biliyor farz etmek genellikle sorunu görmezden gelmektir.)
“Hayır, bu riskli” diyen bir finans departmanı yerine, “bu fırsatı daha az riskle nasıl hayata geçirebiliriz, gel birlikte yolunu bulalım” diyen bir stratejik ortağa sahip olmaktır.
Herkes bilir ki, gemiyi limanda tutmak en güvenlisidir. Ama gemiler limanda beklemek için yapılmazlar. Satıcılar gaza basmaya, yeni ufuklara yelken açmaya mecburdur. Finanstan tek istekleri, frene basarken arada bir yanlarına, kaptan köşküne gelip o engin denizin satışın gözümüzden ne kadar heybetli ve fırsatlarla dolu göründüğüne bakmasıdır. Çünkü o fren, ancak satış ekibi gaza bastığı sürece bir anlam ifade eder. Ve o fren patlarsa, hepimiz birlikte yoldan çıkarız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.