Bu yazının başlığı sizden “Burayı Siz Doldurun“

Tarih

Profesyonel hayatımın bazı dönemlerinde yurtdışında farklı kültürlerle, çok farklı yöneticilerle çalışma ve çok değerli tecrübeler edinme fırsatım oldu.
İran’ın en büyük şirketlerinden birine ilk gidişim danışmanlık yapmak içindi. Özellikle FMCG tarafındaki şirketlerin operasyonlarının birleşmesi, satış ekiplerinin eğitim ve prim sistemlerinin reorganizasyonu konusunda 6 ay kadar çalıştım. Neredeyse tüm İran’ı gezme fırsatım oldu ve ciddi bir tonaj artışı ile projeyi tamamlamış olduk. Aradan 3 yıla yakın zaman geçmişti. Bu sefer 4.000 kişilik satış operasyonunun ve 1 milyar USD’ye yakın cirosu olan FMCG satışının başına geçmem için teklif geldi. Hali hazırda çalıştığım çok uluslu firmadaki işlerimi devrettikten sonra tekrar İran maceram başladı.
Kategorilerin başındaki 6 satış direktörüyle yapacağım ilk satış toplantısına büyük önem veriyordum. 3 direktörü daha önceden tanımış ve teşviki mesai yapmıştım. Diğerleri hakkında da biraz bilgi aldım. Hepsi çok hırslı, tecrübeli ve kendi sistemlerine güvenen profesyonellerdi. Ancak sistemlerin birbiriyle uyumlu olması paralel işlemesi büyük önem taşıyordu. Daha İstanbul’da toplantı için düşünmeye başladım ama bir türlü istediğim gibi etkili bir toplantı ve tanışma için akıllarda kalacak giriş konuşmasını bulamıyordum. Her ne kadar birçok konuda kültürel olarak birbirimize çok fazla benzesekte, bazı konularda neye alınacakları kestiremiyordum.
Nihayet toplantı vakti geldi. Bir gece önce sunumumu istediğim hale getirebilmiştim. Tanışma faslından sonra ilk slaytta alt alta sadece şunlar yazıyordu. Namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek ve hacca gitmek. Gözler bana çevrildiğinde sorum şu oldu. Arkadaşlar bu 4 ibadetin ortak özelliği nedir? Kısa bir sessizlik sonrası akıllarına gelenleri sıralamaya başladılar ama kendileri de tatmin olmamışlardı. Bir sonraki slayta geçtiğimde sayfada kocaman harflerle sadece NİYET ETMEK yazıyordu. Evet gerçekten de hangi ibadet olursa olsun her şey niyet etmekle başlıyordu. Niyetsiz oruç aç kalmanın ne kadar ötesine geçebiliyordu. Niyetsiz kurban kesmek ne kadar anlamlıydı. Bunun üzerinde yaklaşık 15 dakika konuştuk. İstediğim giriş ve etkiyi yakalamıştım. Şimdi asıl vurucu kısma geçme zamanı gelmişti.
Arkadaşlar ben buraya sizlerle beraber çok başarılı olmaya ve muazzam işler yapmaya niyet ederek geldim. Bunun için hangi özverinin yapılması gerekiyorsa yapmaya hazırım yeter ki sizlerde benimle beraber bu yolda başarılı olmaya niyet edin. Sustum ve bekledim. Sonra tek tek hepsinin yanına gidip sen de benim gibi bu yola çıkmaya ve başarılara imza atmaya niyetli misin diye gözlerinin içine bakıp eline sıkarak ve evet sözünü alarak sunumumu bitirdim. Çok samimi bir atmosfer oluşmuştu ve yemeğe geçtiğimizde onlarında toplantının başındaki gerginliği attıklarını ve iyi bir ekip olmanın temellerini atmaya başladığımızı gördüm. Gerçekten de bu altı lider covid salgını başlayana kadar çalıştığım görevde ellerinden geleni yaparak büyük destek verdiler.
Başlamak, başarmanın yarısıdır denir çünkü başlamak için bir hedef için niyet edilmiş ve yola çıkılmıştır. Bu çıkılan yolda amaçlar, hedefler ve gidilecek yola ise şirketlerin uzun vadeli hedefleri açısından bakıldığında, şirketin Misyon, Vizyon ve stratejiler diyebiliriz. Bu noktada tüm hedef, amaç ve stratejilerin başarılı bir şekilde uygulanması için, “crystal clear” kristal kadar berrak olması, en üstten en alta tüm çalışanların kolayca anlayıp sahiplenmesi hayati öneme sahiptir. Bir örnekle açıklamak gerekirse; büyük bir inşaatta çalışan üç işçiye “Kolay gelsin, ne yapıyorsun sorusunu sorduğunuzu ve şu 3 farklı cevabı aldığınızı düşününüz. İlk çalışan günlük yevmiyecidir ve “Günlük param olan 1.000 liramı kazanıyorum.” der. İkinci çalışan yaptığı işin biraz farkındadır ve “500 metrelik uzun bir duvar örüyoruz 15 güne biter.” cevabını verir. Son çalışan ise tüm planı bilmektedir ve yaptığı işin bilincinde ve kendinden daha emin bir şekilde “Muazzam bir Saray yapıyoruz ve seneye bitirmiş oluruz.” cevabını verir. Sizce hangi çalışan günün sonunda daha mutlu ve tatmin olmuş bir şekilde evine gidecektir?
Şimdi lütfen arkanıza yaslanıp derin bir nefes aldıktan sonra kendinize şu soruyu sorunuz. Bu saatten sonra daha anlamlı, mutlu ve huzurlu bir hayat sürebilmek için “……………………………” niyet ediyorum. Tebrikler, tırnak işaretinin içindeki noktalı yerlere yazdığınız cevapla bu yazının başlığını da atmış oldunuz.
Gelecek istediğiniz renklere boyamak için sizi bekliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.