Hepimiz çalıştığımız sürece çok farklı deneyimler elde ediyoruz. İyi veya kötü tüm anılarımız çalıştığımız şirketlerde mesai harcarken birikiyor. Bazen boş boş oturup hiçbir işle uğraşmadığımız bir anda aklımıza gelen bir anımız ile ya gülümsüyor ya da kendi kendimize kızıp tatlı tatlı renk değiştirip kızarıyoruz.
İşte o anılarımdan birinin yaşandığı yıl 1992. Şirket ise UNILEVER. Orada çalıştığım tüm zaman içerisinde her zaman sevgi ve minnetle anacağım bana Unilever’de kendisi ile çalışmam için teklifte bulunan ve ilk patronum ki halen uluslararası bir petrol ve enerji grubunun CEO’sudur, departman müdürlerim ve çalışma arkadaşlarım yanında her zaman saygı ve sevgi ile anacağım müthiş Genel Müdürümüz rahmetli Demir Tiryakioğlu ile de çalışma fırsatım olmuştu. Bu kısmı neden bu kadar uzattığıma gelince de devam eden dönemlerinde dahi şirkette görev alan tüm yönetici ve ekiplerin halen bu değerleri hissederek yaşadıkları ve gittikleri yerlere de taşıdıklarını ve çalıştıklarını halen görüp o güzel Unilever günlerini hatırlatmasıdır.
Proje yaratmayı, yönetmeyi, sonuçlarını alana kadar arkamda amirlerimin tam desteğini her an hissederek çalışmayı deneyimlediğim müthiş bir okuldu orası. Bugün ki aklımla karar verebilseydim keşke. Ama geriye dönüp baktığımda o zamanlar gençliğinde verdiği cesaret ile bir headhunting* şirketinin beni iknası ve yüksek bir transfer ücretine de kayıtsız kalamayıp kanatlarımı açıp uçmaya kalkmasaydım o müthiş okuldan yaş haddinden dolayı emekli olana kadar ayrılmayı iş hayatım boyunca düşünmezdim sanırım.
Her neyse bir pazartesi günü yönetim kurulu onaylı yüksek bütçeli zor bir zeytinyağı satış kampanyasını hiç hata yapmadan yönetmeye çalışıyor, nerede ise bir saati aşkın süredir çok zor ikna olan, yaş olarak da benden büyük ve tecrübeli ‘kurt’ Kayseri bölge satış müdürü ile kampanya, iskonto ve tonaj pazarlığı yapıyordum.
Bir ayağımı nedense açtığım masa alt çekmeceme dayayarak konuşmanın harareti içerisinde solumda kalan oda kapısında belirip bana laf atan kişiyi tamda algılayamadan sol elimle ‘bir dakika isteyebilecek’ kadar da kendimi kaybetmiştim. Bölge müdürümüzü iknayı başarıp telefonu kapattığımda ise kapıdaki kişi kaybolmuştu ama masalarımız karşı karşıya olan oda arkadaşımın ayakta dikilirken kızarmış ve şaşkın yüzü ile karşı karşıya kalmıştım.
Bana, “Oğlum manyak mısın, Sen genel müdüre yaptığın hareketin farkında mısın?” deyince sanki o an bütün hayatım gözlerimin önünden geçti ve kan tamamen ayaklarıma kadar indi. Korku, endişe, akla gelebilecek her türlü kaygı ile bembeyaz olup birkaç dakika kendime gelemedim. Akşam üzeri işsiz kalabileceğim en akla yakın mantıklı varsayımdı benim için o an. Ardından önce tuvalete sonrada koşturarak genel müdürlük katına gidip Demir Bey’in sekreterinin masasının karşısında buldum kendimi.
Beni Demir beyle görüştürmesini rica ettim tabi. Ama duruma bakınca genel müdür katında bir toplantıya girmek için bile satış direktörümüzün ön onayına ihtiyacım vardı aslında. Malum gravat ve ceket iliklemeden amirle konuşmanın bile ayıplandığı yıllardı o zamanlar. Şimdi ise patrona adı ile hitap etmeyi medeniyet sayan bir neslimiz var şükürler olsun.!
Sekreter beni sevdiğinden midir ya da Demir Bey, “O münasebetsiz gelince benimle görüşmeden hayatı son bulmasın hemen içeri al.” demiş olabileceğini varsayacak kadar zamanın geçmek bilmediği bir süre sonunda dizlerim titreyerek huzura kabul edildim.
Ceketim ilikli ve bilebildiğim tüm özür kelimelerini art arda sıralayarak özür dileyerek durumu açıklamaya çalışırken beni elini kaldırarak susturdu. Gel otur diye yer gösterdi. Zaten rutin olarak haftanın belirli günlerinde katlara yaptığı ziyaretlerinden biri o olan bu gezintisinde de aslında benim hareketimi hiç yadırgamadığını ve o kadar konsantre olarak işimi yapmamdan da hoşlandığını söyledi.
Kampanyayı sormak için uğradığını ve hazır yeri gelmişken de o an gelişmeleri özetlememi istedi. Anladım ki yeni alınan yağ fabrikasının satış tonajlarının gerçekleştirilmesi benden çok onun omuzlarında bir yüktü. Bana işimi hep böyle içten hevesle yapmamım daha önemli olduğunu boş oturmamı görse daha başka şekilde düşünebileceğini söyledi. Kısa ve zor bir özetten sonra yine de hissettiğim utancımı gizlemeye çalışarak nezaketle iznini isteyip odasından ayrıldım.
Sabah işe geldiğimizde aynı asansöre dahi binmemeyi tercih edebilecek kadar çekindiğimiz bir numaralı amirin bu yaklaşımı karşısında geçici bir rahatlama hissetsem de iş yerinde bir daha asla böyle bir dikkatsizlik ya da tam anlamı ile Cahil Cesareti içerisinde çalışmayacağıma kendi kendime yemin ettim.
Bu utancımı geçirmenin tek yolu kampanyayı iyi tamamlamaktı. Öyle de oldu. Daha öncesinde alınan zeytinyağı fabrikasının sekiz ayda sattığı tonajı altı haftada perakende kanalda satmış ve yapılan yatırımın dönüşünün çok hızlı olacağının altına imza atmıştık tüm ekip arkadaşlarımla beraber.
Yine tebessüm ettim bu noktada!
Bazen cahilce de olsa yapılan bazı hareketlerin içerisinde kasıt unsuru olmadan yapılması koşulu ile amirlerce hoş karşılanabileceğini, ego koymak yerine destek olmanın kişinin kendi içerisindeki değer yargılarını yeniden gözden geçirerek yeni bir bakış açısı geliştirebileceğini anlamıştım. Bu sayede çalışanın işini daha severek yapmasına kapı açılabileceğini böylece öğrenmiştim.
Hepimiz benzer yollardan geçerken edindiğimiz önceki deneyimlerimizin izdüşümlerini tecrübe olarak bizimle çalışan alt yöneticilerimize ve çalışanlarımıza aktarıyoruz. Birimizin bakış açısını olumlu etkileyen her olumlu dış etki bir başkasına anı ve deneyim olarak katkı sağlayabiliyorsa ne mutlu bize.
*headhunting /Kafa Avcılığı: İş pozisyonlarını doldurmak için başka yerlerdeki uygun kişileri belirleme faaliyeti
Cahil Cesareti
Tarih