Çalışanlar şirketi mi yoksa yöneticisini mi terk eder?

Tarih

Son dönemde, iş yerlerindeki yönetici sohbetlerinde, en çok konuşulan konuların başında nitelikli çalışan hatta sadece çalışan bulma konusu gelmektedir. Ülkemizdeki en büyük iş arama platformlarından bir tanesinin yaptığı araştırmanın sonucu şaşırtıcıdır. Araştırma, şirketlerin, çalışanı işe aldıktan sonra ilgili iş arama pozisyonu kapattığını, işe başlayan çalışanların ise iş arayışına devam ettiklerini göstermektedir. Demek ki iş arayanlar “acaba daha iyi bir iş bulur muyum” veya “acaba burada mutlu olmazsam” alternatif bir işe geçmek için fırsatları değerlendireyim diye arayışlarını sürdürmeye devam etmektedirler.
İnsan kaynakları departmanlarının ve liderlik ekiplerinin de öncelikli hedeflerinden bir tanesi kalifiye ve başarılı personelin, şirket aidiyetini yüksek tutmak ve şirkette çalışmaya devam etmelerini sağlamaktır.
İyi bir maaş şirket aidiyetinde önemli bir rol oynarken özellikle Z kuşağı için bazen ikinci veya üçüncü önceliğe gerileyebilmektedir. Çalışılan ortamda mutlu olmak, kendini ifade edip geliştirebilmek, şirketin vizyonu, yöneticilerle ilişkileri bu kuşak için olmazsa olmazlar arasında yer almaktadır.
Bu noktada yöneticilerin özellikle “Soft Skill” leri (Türkçeye hassas veya soyut beceriler olarak çevirebiliriz.) ön plana çıkmaktadır. Başlıca soyut becerileri ise şu şekilde sıralayabiliriz; Liderlik vasıfları, takım çalışması yatkınlık, ikna ve etkileme yeteneği, etkili iletişim, empati yeteneği, kriz yönetimi, problem çözme ve hızlı çözüm üretebilme, yeniliklere açık olmak, sorumluluk almak, özgüvenli olmak, hızlı ve etkili karar vermek, insanları etkileyebilmek, uyumluluk, sabırlı ve anlayışlı olmak, iyi bir dinleyici olmak, görev ve sorumluluk alma becerisi ve etkili zaman yönetimi…
“Hard skills” yetkinlikler ise, (Teknik ve özel beceriler) somut ve ölçülebilir becerileri tanımlar. Diplomalar, sertifikalar, eğitimler, mesleki yeterlilik belgeleri, yabancı dil bilgisi, programlama dili, muhasebe bilgisi ve araç gereç kullanım bilgisi bu yetkinliklere örnek olarak verilebilir. Somut beceriler işe ilk girişte, uzmanlığa geçişte büyük önem taşırken, yönetici adaylığı aşamaları gündeme geldiği zaman tek başına yeterli olmaz ve soyut beceriler ile desteklenmesi gerekir. Orta ve üst düzey yönetimde ise soyut becerilerin önemi daha da artar. Çok başarılı bir satış elemanı üzerine düşen görevleri fazlasıyla yapıp hedeflerini sürekli aşarken sadece bu somut becerileri nedeniyle terfi ettirilirse ve soyut becerileri yeterli değilse iyi bir yönetici olmakta zorlanacak ve hem kendisini hem de ekibini mutsuz edebilecektir.
Ülkemizde ilişkiler, güven, liderlik ve takım çalışması gibi kavramlar Batıya göre çok daha önemli ve değerli olduğu için soyut becerilerin önemi daha da artmakta, ekip motivasyonunu doğrudan etkileyip başarı veya başarısızlığın temel sebebi olabilmektedir. Soyut beceriler yemeğe pişerken eklenen ve lezzet ve nefaseti arttıran baharatlar gibidir. Ne zaman ne kadar ekleneceği, o yemeği ziyafete çevirebileceği gibi lezzetsiz yavan bir öğün olmasının da sebebi olabilir.
Yirmi beş yıldan daha uzun süren çalışma hayatımda bende iz bırakan, katma değer sağlayan, motivasyonumu hep yüksek tutan yöneticilerimi düşündüğümde, hep ön plana soyut becerileri yüksek ve bunları ekiplerinin gelişimi için kullanan amirlerimin olduğunu gördüm. Aynı şekilde bende çalıştığım ekiplerime iyi örnek olmak ve başarılı olmaları için elimden geleni yaptım ve eski ekip arkadaşlarımla görüştüğümde akıllarında hep kaliteli iletişim, güven, birlik olmak gibi hoş hatıralar olduğunu duydum.
Çoğu zaman, iş arkadaşlarımızla, evdeki eşimizden, annemizden, babamızdan ve çocuğumuzdan daha çok sosyalleşip zaman geçiriyoruz. Uyum içinde çalışan ve adapte olan çalışanlarsa hem daha popüler hem de daha başarılı oluyorlar.
Üst düzey yöneticilikte başarılı olan liderlere baktığınızda şu 4 ortak özelliği çok net görebilirsiniz. Güven vermek, vizyon yaratmak, belirlenen stratejileri uygulamak ve koçluk yapmak.
Gelelim konumunuzun başlığına, çalışanlar neden işlerini değiştiriyor. Amirleri mi yoksa şirketleri mi daha belirleyici oluyor? Askere giderken birçok arkadaşım merakla askerliğimi nerede yapacağımı sorarken amcam gelip, askerliği nerede yaptığından öte komutanının kim ve nasıl biri olduğu daha önemlidir yeğenim demişti. Bunun ne kadar yerinde bir yorum olduğunu terhis olduktan sonra çok net anladım. Şartlar ne kadar zor olsa da iyi bir liderle hayat daha anlamlı, ekip kendini daha değerli ve görevine adanmış hissedebiliyordu.
Tam aksine cennet gibi bir yerde ise yetersiz bir lider, günlerinizi mutsuz ve amaçsız bir hale kolaylıkla dönüştürebilmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.