Sabah alarmınız çalıyor, eliniz refleks gibi telefona gidiyor. Bir gözünüz hâlâ rüyada, diğeri “güncellemeler” sekmesinde. Bir e-posta kutusu, bir bildirim, bir “onayla” butonu. Sanki yaşam dediğimiz şey, sürekli bir “kabul et”, “devam et”, “şartları okudum” döngüsünden ibaret olmuş. Ve tam burada şu cümle aklıma kazınıyor:
“Hayat, e-posta onaylarıyla gelmez.”
Harika bir gerçek.
Ama ne yazık ki, biz 21. yüzyıl insanları olarak yaşamı da sanki bir uygulama gibi kurulum yapmaya çalışıyoruz.
“Yükleniyor… %73.”
Bir türlü %100 olmuyor.
Çünkü aslında hiçbir karar, hiçbir his, hiçbir yolculuk %100 emin olacağın bir şey değil.
Ve belki de asıl güzelliği burada başlıyor.
%100 Eminlik Arzusu: İnsanın Yazılım Hatası
Hepimiz biraz “garanti” severiz.
Bir işe girmeden önce, “Maaş yatmazsa ne olur?”
Birine kalbimizi açmadan önce, “Ya karşılık vermezse?”
Bir yatırım yapmadan önce, “Ya düşerse?”
Bir yolculuğa çıkmadan önce, “Ya yağmur yağarsa?”
Yani aslında, “ya” ekinin kurbanlarıyız.
Bir de “emin olma” takıntısının.
Oysa hayat, bize hiçbir zaman “emin ol” lisansı vermiyor. Sadece “deneme sürümü” sunuyor. Yani yaşayarak güncellemen gereken bir yazılım gibi:
Hatalar olacak, düzeltmeler olacak, bazen sistem çökecek, bazen “yeniden başlat” butonuna basmak gerekecek.
Ama hep o sihirli an var:
Bir şey, içten içe doğru ve dürüst hissettiriyorsa, işte orası senin başlangıç noktan.
Oradan yola çıkarsan, emin olmasan bile ilerlersin.
“Doğru Hissettireni Seç” Demek Kolay, Ya Sonra?
Tabii kulağa romantik geliyor:
“Doğru hissettireni seç.”
Ama bazen “doğru hissettiren şey” pizza olabilir.
Ya da tatilde işten gelen maili görmezden gelmek.
Ya da “bir daha asla mesaj atmayacağım” deyip iki dakika sonra “Sadece nasılsın?” yazmak.
İnsan karmaşık bir canlı.
Hisleri dürüst, ama mantığı bazen trafik cezası gibi: sonradan gelir. Yani hissettiğin şey, her zaman işe yarar olmayabilir — ama işe yarar hale getirilebilir.
İşte asıl fark orada.
Kararların kusursuz olmayacak. Ama onları işe yarar hale getirmek senin elinde.
Bir iş seçtin, ilk ay berbat geçti. Bir ilişkiye başladın, başta kıvılcım yoktu. Bir şehir değiştirdin, başta pişman oldun. Sonra bir gün fark ettin ki, doğruyu hissetmek bazen önceden değil, sonradan olur.
Netlik mi İstiyorsun? Önce Harekete Geç.
Hepimiz biraz “netlik bağımlısıyız.”
Her şeyi bilmek istiyoruz:
“Ne olacak?”
“Ne hissedeceğim?”
“Sonuç ne çıkar?”
“Ya olmazsa?”
Sanki hayat, sipariş takibi gibi.
“Yola çıktı.”
“Dağıtıma hazır.”
“Teslim edildi.”
Ama netlik, harekete geçmeden gelmiyor.
Bir karar veriyorsun, sonra o karar seni dönüştürüyor.
Bir adım atıyorsun, sonra yol kendini gösteriyor.
Bir şey deniyorsun, sonra anlam kazanıyor.
Tıpkı sisli bir yolda araba sürmek gibi.
Farlar sadece birkaç metreyi aydınlatır, ama sen sürdükçe yol uzar.
Netlik, ancak hareket ettikçe doğar.
Kendine E-Posta Gönderme Rehberi
Bazen iç sesimle şöyle bir diyalog yaşıyorum:
– “Emin misin?”
– “Değilim.”
– “O zaman bekle.”
– “Ama sonsuza kadar mı?”
– “Yok, biraz daha bekle. Belki ‘onayla’ butonu çıkar.”
Ve çıkmıyor.
Çünkü hayatın hiçbir sayfasında “devam etmek için kutucuğu işaretle” yok.
O kutucuk biziz aslında.
Kendi kendimizi onaylamamız gerekiyor.
İşte tam bu noktada şunu fark ettim:
Ben artık bazı kararlarım için kendime e-posta atıyorum.
Cidden.
Konu: “Emin değilim ama deniyorum.”
İçerik: “Yeterince iyi hissettirdi, devam ediyorum.”
Gönder: Kendime.
Bir hafta sonra o maili okuduğumda genelde şunu fark ediyorum:
Netlik gelmiş.
Ama ben onu bekleyerek değil, yaşayarak çağırmışım.
Komik Ama Gerçek: Emin Olamayanlar Kulübü
Böyle bir kulüp olsa, eminim (ironik bir kelime oldu tabii) milyonlarca üyesi olurdu.
Toplantı gündemimiz şöyle olurdu:
•“Bugün ne yemek yiyeceğimizi tartışalım.”
•“Gitsek mi yoksa kalalım mı konulu münazara.”
•“Karar vermeyi ertelemenin 101 yöntemi.”
Ve sonunda biri çıkar derdi ki:
“Arkadaşlar, karar verememek de bir karar sonuçta.”
Herkes alkışlar, sonra kimse bir şey yapmaz.
İşte bu yüzden, en cesur adım bazen “emin olmadığın halde hareket etmek” tir.
Çünkü emin olmayı beklemek, sonsuza kadar beklemek demektir.
e- postasız Bir Hayat Mümkün mü?
Şimdi düşünün:
Eğer doğduğumuz anda hayat bize bir onay maili atsaydı, nasıl olurdu?
‘’Konu: Hayata Hoş Geldin
-İçerik:
-Merhaba,
-Bu dünyaya katıldığın için teşekkürler.
-Lütfen aşağıdaki bağlantıya tıklayarak “yaşam koşullarını” onayla.
-[Onayla ve devam et]
-Saygılarımızla,
-Hayat Yönetim Departmanı
Tabii kimse tıklamazdı.
Belki de spam klasörüne düşerdi.
Ama güzel olan şu:
O mail asla gelmeyecek.
Ve biz, her sabah kendi “devam et” tuşumuza basacağız.
Kimi zaman yanlış, kimi zaman eksik, kimi zaman komik.
Ama her seferinde canlı olarak.
Yükleniyor…
Yani sevgili okur,
Belki sen de şu anda hayatında bir şeyin ortasındasın:
Bir karar, bir ilişki, bir proje, bir hayal.
Belki emin değilsin, belki iç sesin “bekle” diyor.
Ama unutma:
Hayat sana onay maili atmayacak.
Senin tek yapman gereken şey, “doğru hissettiren” yöne dönmek ve yola çıkmak.
Sonrası mı?
Zaten o zaman netleşecek.
Çünkü bazen “yükleniyor” yazısı hiç bitmez, ama ekranın arkasında hayat çoktan başlamıştı
Hayatın yükleme çubuğu hiçbir zaman %100 olmayacak.
Ama %73’te bile ilerlemeye devam edenler, oyunu bitirenlerdir.
“E-Posta Onaylı Hayatlar” Bir düşünün…
Tarih
