Hedeflerle Yönetim, Strateji ve Anlam Arayışı Üzerine

Tarih

Şu anda üzerinde çalıştığım proje, hedeflerle yönetim ve performansı doğru raporlama üzerine. Ayağımın tozu ile Butan seyahatinden dönmüşken, yazımı yazmaya oturduğumda Butanlı rehberin sesi kulağımda yankılandı. “Biz kişi başına düşen geliri ölçmüyoruz, insanların mutluluğunu ölçüyoruz.” Bu kelimeler kulağıma o kadar yabancı gelmiş olacak ki, hemen, “Mutluluğu nasıl ölçüyorsunuz ki?” dedim. “Sadece insanlara bakıyoruz.” dedi.
Elbette Butan ayrı bir yazı konusu olacak kadar sıra dışı, kendine özgü ve masalsı bir yer. Konuyu oradan alırsam, anlatması zorlaşır. Bugün bakmak istediğim konu, hem iş hayatımızda hem de kendi özel yaşamımızda koyduğumuz hedefleri ne kadar bilinçli koyuyoruz, ne kadar doğru takip ediyoruz? Özetle, hedef belirleme ve takip etme metodumuz ne kadar işlevsel?
Kurumsal hayatta, özellikle uluslararası faaliyet gösteren firmaların hedefleri, genellikle global organizasyon tarafından belirlenip, yerel yöneticiler tarafından iş dinamiklerine göre güncellenip paylaşılıyor. Eğer global bir firmada çalışıyorsanız, “hedefim ne olsun” telaşınız fazla olmuyor. Kariyerimin başlarında bu yaklaşıma son derece alışıktım ve hedeflerimi tutturabilmek için var gücümle çalıştım. Sonraları ise “hayat amacı”, “anlam bulma” ve “katkı yaratma” gibi kavramlar ön plana çıktı. Bu kavramları ortaya atan tez, çalışanlar bir hedefi anlamlı bulmuyorsa, onu yalnızca yüzeysel olarak sahiplendiklerini, dolayısıyla potansiyellerinin tamamını ortaya koyamadıklarını öne sürüyor. Öte yandan, yeni nesil çalışanları şirkete bağlayabilmenin de ancak anlam yaratmak üzerinden mümkün olabileceği görüşü giderek güç kazanıyor. Global olmayan organizasyonlarda ise hedef belirleme ve takip süreci, tamamen şirket vizyonunu belirleyen ve takip eden lidere bağlıdır. Yönergeleriniz netse, yine, iş hedeflerinizi belirlemekte zorlanmazsınız.
İşin bu kısmını bir yana koyarsak, bir şirketi ya da lideri ne başarılı kılar? Hangi hedefler gerçekleştiğinde gerçekten “başardık” diyebiliriz? Genel teoriden ilerleyecek olursak, doğru stratejinin belirlenmesi birinci ve en önemli basamak. “Ne yapmak istiyorsunuz?” sorusunun ötesinde, “ne olmak istiyorsunuz?” sorusu çok daha derin bir yön belirleme gücüne sahiptir. Strateji, sadece kârlılık ya da büyüme değil, sürdürülebilirlik perspektifini ve varoluşsal anlamı da içermelidir.
Peter Drucker’ın ünlü sözü, “If you can’t measure it, you can’t manage it” (ölçemediğini yönetemezsin), modern yönetim anlayışının temel taşlarından biri oldu. Bu düşünce KPI’ların (Key Performance Indicator) ve OKR’lerin (Objectives and Key Results) doğuşuna zemin hazırladı. Ancak Kaplan ve Norton’un Balanced Scorecard yaklaşımı bize ölçümlemenin tek başına yeterli olmadığını, finansal göstergelerin yanında müşteri memnuniyeti, iç süreç verimliliği ve öğrenme-gelişim boyutlarının da izlenmesi gerektiğini hatırlattı. Çünkü sürdürülebilir başarı, yalnızca rakamlarla değil, kültürle ve değerlerle de ölçülür.
Burada liderliğin niteliği belirleyici hâle gelir. Dönüştürücü liderlik teorisi (Burns, 1978; Bass, 1990), liderin yalnızca hedef koyan değil, aynı zamanda takipçilerini daha yüksek bir anlam ve ortak vizyon etrafında dönüştüren kişi olduğunu söyler. Böyle bir lider, KPI’ların arkasındaki insani unsuru görür; ölçümleri birer araç, anlamı ise amaç olarak benimser. Çünkü insan davranışı, sadece performans baskısıyla değil, içsel motivasyonla şekillenir.
Locke ve Latham’ın Goal Setting Theory (Hedef Belirleme Teorisi) de bunu destekler: net, zorlayıcı ama ulaşılabilir hedefler belirlemek bireylerin performansını artırır; ancak hedefin değerli ve anlamlı bulunması bu etkiyi katbekat güçlendirir. Yani liderin görevi, sadece hedefleri belirlemek değil, bu hedeflerin “neden”ini görünür kılmaktır.
Butan’da rehberin “insanlara bakıyoruz” cümlesi, aslında modern liderliğin unuttuğu bir noktaya dokunuyor: başarı, yalnızca metriklerde değil, insanların gözlerinde okunur. Liderlik, sayılardan önce anlamı, stratejiden önce insanı görme sanatıdır. Gerçek liderlik, sadece hedef koymak değil, anlam yaratmaktır. Drucker’ın “ne ölçerseniz onu yönetirsiniz” sözü, KPI ve OKR sistemlerinin özünü özetler. Ancak dönüşümcü liderlik kuramına göre, ilham veren vizyon, niceliksel göstergelerden çok daha kalıcı bir motivasyon yaratır. Strateji rakamla değil, anlamla yaşar.
Bir lider olarak ekibinizle hedeflerinizi belirlerken pusulanız ne? Bir çalışan olarak verilen hedefleri ne kadar kendi hayat amacınıza dönüştürebiliyorsunuz — ve kendi kişisel hedefleriniz, sizi kim olmak istediğinize ne kadar yaklaştırıyor?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.