Homeostazis ve YZ

Tarih

Tıp fakültesine girdiğim 1965 yılında, biyoloji derslerinde ilk kez duyduğum “Homeostazis” sözcüğünün evreni kapsayan, biyolojik evrimin temeli olan büyüleyici bir kavram olduğunu öğrendim. Tek hücreli canlılardan başlayarak, yaşamın amacı homeostazisi korumak olmuştur. Madde alışverişini denetleyen hücre zarlarının denge becerisi sayesinde yaşam, en zorlu çevre koşullarında bile sürebilmiştir.
Büyük fizyolog Claude Bernard homeostazisi, “yaşayan sistemi dağılma ve ölme eğilimine karşı dengede tutma eylemi” olarak tanımlar, bunun için tüm organ ve dokuların işbirliği içinde olmaları gerektiğini vurgular.
Organizmaların, değişken iç ve dış koşullara rağmen, dengeyi koryabilmelerinde homeostazisin yaşamsal önemi vardır. Vücut sıcaklığı, kan şekeri düzeyi, su ve elektrolit dengesi gibi çok sayıda vital parametre ile vücut sistemleri dengede tutulmaktadır. Bu işlev ağırlıklı olarak hormon ve sinir sisteminin geri bildiriminin kontrolünde çalışmaktadır. YZ destekli sağlık sistemleri, vücut verilerini analiz ederek denge bozulmalarını önceden fark edip, çeşitli yöntemlerle optimize edilmiş ilaç ve bireyselleştirilmiş sağaltım olanaklarıyla biyolojik dengeyi sağlamaya çalışırlar.
Bu kavram genişletildiğinde, ekosistemleri, gezegenleri, hatta evreni anlamayı kolaylaştıran, canlı yaşamını destekleyen büyük bir güç olduğu görülmektedir. Kaostan düzene dengeler oluşturan bir sistemdir. Kozmik ölçekte homeostazis değişken ortamı belli yasalarla düzenleyen dinamik bir dengedir. Denge, evrende her şeyin sürdürülebilirliğini sağlayan, görünmeyen bir kuraldır; eğer olmasaydı, yıldızlar doğamaz, galaksiler oluşamaz, yaşam ortaya çıkamazdı. Kütle çekim yasası, ışık hızı, merkezkaç kuvvet, elips yörünge, dünyanın ~23 derece eğik ekseni, termodinamik yasaları gibi evrensel fizik yasaları homeostazisi sağlamaya çalışırlar. Evrenin en önemli homeostatik sistemlerinden biri, yıldızların ve galaksilerin oluşum ve yok oluş döngüsüdür. Galaksiler birleşir, çarpışır, şekil değiştirir, kara delikler madde yutar, enerji açığa çıkar; bu şekilde evrende enerji-madde denge sistemi meydana gelmiş olur.
Gezegenimiz canlı bir organizma gibi işleyen homeostazis sistemlerine sahiptir. Ekosistemler, atmosfer, yer kabuğu ve canlıların her biri bu bütünün dengesinde önemli rol oynamaktadır. Atmosferin bileşimi, iklim düzeni, su döngüsü, karbon ve azot döngüsü, ormanlar, okyanuslar,
Planktonlar (Planktonlar konulu yazım, Gelecek Yönetim, sayı 11) ve canlı çeşitliliği gezegenin yaşanabilirliğini koruyan geri besleme mekanizmalarıdır. Ekosistemler, kendi içilerinde ve canlılar arasında enerji, madde döngüleri homeostatik özelliklerdir. Akıllı sistemlerle enerji tüketimi, tarım ve iklim yönetimi de optimize edilmektedir. Modern tarım teknolojilerindeki otomasyonun da yapay bir homeostazis si̇stemi olduğu bilinmektedir (Modern tarım ve ekonomiye katkıları, başlıklıklı yazımda bu konuya ayrıntılı olarak değinmiştim, Gelecek Yönetİm sayı 26)
YZ’nın hızlı yükselişi onu gezegenin “yeni aktörü” yapma yolunda ilerlemekte, bu gelişme yeni bir teknolojik-homeostatik dönüşüm çağını beraberinde getirmektedir. Doğanın milyarlarca yıl boyunca uyguladığı bu denge, şimdi yapay sistemler tarafından taklit edilmeye çalışılıyor. İnsan aklından çok doğanın işleyişinİ örnek alarak gelişen YZ sistemleri “biyomimetik sistemler” olarak adlandırılmaktadır. Teknolojik sistemlerde de, canlı organizmalarda olduğu gibi istikrar, verimlilik ve süreklilik için siber güvenlik duvarları, akım dengeleyiciler, termal kontrol geri bildirim sistemleri bulunmaktadır.
Yz’nın homeostazis üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Sağlık ve çevre konularında düzenin korunmasına yönelik etkileri olumludur. Deprem, yangın, sel gibi afetlerin önceden belirlenerek etkin girişim planlarının yapılabilmesı, ekosistemin izlenmesi ve biyo-çeşitliliğin korunması, kamera tuzakları ve hareket sensörleriyle tür tespiti ve popülasyon takibi yapılabilmesi de olumlu yz işlevleridir. Olumsuz etki olarak çevresel ve biyolojik denge sistemlerini bozma riski, enerji ve kaynak tüketimi artışı, ekolojik sistemlere izinsiz girişim riski, tür değişimleri ve genetik mühendislik, CRISPR gibi genetik olanaklarla bitki, hayvan veya mikroorganizma türlerinde değişiklik yapmak YZ katkısıyla hızlanmıştır. YZ, dengeleri hem destekleyebilecek, hem de tehdit edebilecek güçtedir. Bu sistemler kendi dengelerini koruyabilen yapay homeostatik mekanizmalar geliştirmiştir; girdi → işlem → çıktı → geri bildirim şeklinde çalışırlar, termostat gibi otonom kontrol sistemleri vardır. Akıllı fabrikalar (endüstri 4.0), giyilebilir sağlık teknolojileri, akıllı elektrik şebekeleri bu sistem içindir. Ancak amaç, “doğayı yönetmek” değil, doğayla uyumlu bir şekilde yaşamak ve öğrenmek olmalıdır Ortak homeostazis sistemleri, insan zekâsının etik, estetik, sorumluluk gibi değerlernini ve YZ’nın hız, hesaplama, analiz kapasitesini birleştiren hibrit yapılardır. Bu da gerçek dengenin yalnızca teknik başarıyla değil, bilgelik, sorumluluk ve doğaya duyulan saygıyla kurulabileceğini göstermektedir.
Kozmik, çevresel, biyolojik, teknolojik konularda etkinliğine tanık olmayı sürdürdüğümüz homeoztazisin elbette sosyal yaşam üzerindeki etkilerini de tartışmak gerekmektedir. Tarihsel gelişimin, eğitimin, toplumsal bilincin birikimi halklarda huzurlu bir yaşam beklentisi oluşturmaktadır. Zaman zaman siyaset, toplumu bu dengeli yaşamın dışına çekme denemelerinde bulunsa da, kozmik denge toplumsal işleyişde kendi homeostazisini sağlamaya çalışmaktadır, bunun somut unsurları olan adalet, barış, huzur, ekonomi, aile yapısı, eğitimin ön plana çıkması kuşkusuz umut ve beklentileri karşılayacaktır.
Teknolojinin doğayla uyumlu olması yeni bir homeostazis çağını başlatabilecektir. Bu durum, YZ’nın doğanın dengesini desteklemek için, insan aklı ile uyumlu kullanımı ile sağlanabilir. Gelecek beklentisi, insan aklı-YZ işbirliğiyle kurulacak olan “ortak homeostazis sistemlerinin” etkinliğindedir. Burada belirleyici olan insan iradesinin YZ’yı doğayla uyumlu kullanma becerisiyle olacaktır. Yapay ağlar, insan beyninin nöron yapısını örnek alır, otonom sistemler, organizmaların çevresel sinyallere verdiği refleksleri taklit eder. Homeostatik kontrol döngüleri, endokrin sistemin geri besleme mantığına dayanır. YZ’nın insan zekâsını aşması ve kendi kendine gelişmesiyle doğacak belirsiz gelecek, hukuk ve insanlık değerlerinin dışlanma riski ile gerçek bir sorun haline gelebilecektir. Algoritmalar belirlenirken bu sakınca önemsenmeli ve önlem alınmalıdır.
Evrende homeostazis, yaşamın ortaya çıkmasının da, bir gün sona ermesinin de temelidir.
Ancak, yaşamın özü ve şifası dengede kalabilmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.