İhtilafa Çözüm Bulma Yöntemleri

Tarih

Vakitsiz ekilen kaliteli tohum gibi doğru iklim koşulları (“konjonktür”) oluşmadan devreye sokulan müzakere yöntemi genelde başarısız olur.
İhtilafa çözüm bulmakta konjonktür en önemli unsurdur ama uygulanan yöntemin doğru olması da konjonktürün ayrılmaz parçasıdır.
Çözüm bulma yöntemlerini sıralayalım.
Belli bir süre müzakere edip çözüm bulunamıyorsa, görüşmelere ara vererek ‘’erteleme’’ denenebilir.
Çözümsüzlüğün maliyetinin daha fazla olduğunu taraflara düşündürtmek için uygulanan bir yöntem bu.
Gel gör ki taraflar aynı anda ‘’bu son’’ demedikten sonra çözüm yine mümkün olmaz.
‘’İlgilenmiyorum, gidiyorum’’ deyip kendi çözümünü dikte etmek de diğer bir yöntemdir.
Güç tek bir noktadaysa bunu yaparsınız. Tersten okumayla bu yöntemin başarısız olmasının panzehri gücün tek bir noktada konsolide olmasını önlemekten geçer. Bu noktada hesap hatası yapılmazsa ihtilaf zoraki de olsa en azından bir süreliğine çözülmüş olabilir. Sonrasında da bunu ihtilaf olarak tekrar gündeme getirmek zor olur.
Müzakerecileri ‘’değiştirme’’ de diğer bir yöntemdir.
‘’O yapamadı sen yapar başarı hanene sen yazarsın’’ diye yeni görüşmecilere gaz verilir.
Mevsim normallerinin üzerine çıkan ısının sebep olduğu vakitsiz çiçek açan erik ağacı misali müthiş bir iyimserlikle yeni müzakereciler müzakereye girişir. Konu görüşmeciler ile değil de içerikle ilgiliyse yine çözüm bulmak mümkün değildir. Bunun yarattığı don etkisi ile erken açan çiçekler heba olur.
Diğer bir yöntem birlikte çözüm üretmektir.
Sen ne kazanacağına odaklanırsın karşı taraf da kendi kazanacağına odaklanır.
İş hayatında birçok anlaşma bu şekilde yapılır.
Burada iki kritik nokta vardır.
Birincisi, birlikte çözüm eşitler arasında yapılabilir.
İkincisi de ihtilafın masada konuşulduğu şekilde olup olmadığı ile alakalıdır.
Eğer ihtilaf masada konuşulduğu şekildeyse ve eşitler arasındaysa bu yöntemle çözüm bulmak mümkündür.
Ama değilse, ihtilafın masada açıkça dile getirilmeyen başka bir sebebi veya amacı varsa, boşuna zaman harcamaktır bu yöntemle çözüm aramak.
Taraflar problemi ayni şekilde algılamazlarsa problem çözülemez.
Diğer bir yöntem hakemliktir.
Hakemlik her iki tarafın olguda ve algıda hakeme olan güveniyle ve belki abartılı olacak ama bir yerde konu hakkındaki egemenlik haklarını hakeme devretmeleriyle olur.
Hakemlik yoluyla ihtilaf çözülüp herkes kendi yoluna gidecekse bunun başarı şansı yüksektir. Aksi durumda adaletli bir hakemlikle ihtilafa çözüm bulunsa sonrasında ilişkininin sürdürülebilir olup olmayacağı düşündürücüdür.
İhtilafı çözdükten sonra birlikte bir yol yürüme söz konusu ise hakeme ve hakemliğe bağımlı kalma gibi bir yükü birçok irili ufaklı konuda önünüze getirir.
İhtilafı çözmenin beklenmedik bir yöntemi daha vardır.
Mahsustan teslim olmak!
İhtilafı çözmek için mahsustan olsa da teslim olmak, ya da ikna olup daha önceki olmazsa olmaz denilenlerden taviz vermek, olasılığı düşük gibi gözükse de uygulamada olan bir yöntemdir.
Bir ihtilafın çözümlenmesi taraflardan birinin teslim olması veya ikna olması ile sonuçlanabilir.
Teslim olmak için ille de beyaz bayrak çekip geri kaçmaya gerek yoktur.
İleride olabilecek gelişmeleri halihazırdaki resmin bütününe katarak değerlendirerek çıkarlarınız adına karşılığında hangi olumsuzluklardan arınmış olacağınızı doğru belirleyip, teslim olmak kötü bir sonuç gibi gözükse de toplamda çıkarları korumak adına en doğru yöntem olarak ortaya çıkabilir.
“Mahsustan teslim olmak” en kolay çözüm yöntemi gibi gözükse de bunu başarmak ciddi bir birikim ve resmi bugünü ve yarını ile okuyabilme kapasitesi ve çeşitli yetkinliklere sahip olmayı gerektirir.
İhtilafa çözüm arayışında taraflar arasındaki güç dengesi ve gelecek ile ilgili plan ve beklentiler hangi müzakere yönteminin devreye gireceğine elbette zemin hazırlar. İhtilaf çözmek satış, pazarlama ve insan kaynakları ve daha nice alanlarda ‘’algı’’ ile ‘’olgu’’ arasındaki farkı yönetmekten geçer.w
İhtilafı çözmek için yalnızca olguları değil algıları da yönetmek ve pazarlamak lazım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.