Kalabalık Yalnızlık

Tarih


Türk Dil Kurumu (TDK) ve Ankara Üniversitesi iş fbirliği ile gerçekleştirilen ‘2024 yılının kelimesi’ oylamasında yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı ankette yılın kelimesi belli oldu. Aslında sıfat tamlaması olan “Kalabalık Yalnızlık”, “2024 yılının kelimesi ve kavramı” seçildi.
Yılın kelimesiyle ilgili Değerlendirme Kurulu ‘Hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler.’ açıklamasını yaptı.
Bu bilgiler zihnimde yankılanırken birden kendimi Paul Simon’ın yazdığı “The sound of silence” şarkısını mırıldanırken buldum. 1965 yılında henüz 21 yaşındayken, Simon insanların birbiriyle yabancılaşmalarını “Sessizliğin Sesi” şarkı sözleri ile sembolleştirmiş, her kıtada giderek yükselen bir tonda insanların yalnızlığını vurgulayarak “Sessizlik kanser gibi yayılıyor” sözcükleriyle endişesini ifade etmişti.
Soğukluğu, tedirginliği ve ürpertisi daha bir çoğumuz Dünya’da bile yokken, 70 yıl öncesinde hissedilen yalnızlık hissiyatı, artarak günümüze kadar gelmiş, kalabalıklarda bile ruhumuzu esir almaya başlayıp örümcek ağı gibi etrafımızı sarmıştı. Kısaltması WWW olan “World Wide Web” İnternet üzerindeki tüm kaynakların ve kullanıcıların birleşimidir. Diğer bir deyişle, internet üzerinden veri ve bilgi paylaşımı yapılmasını sağlar. Türkçeye “Dünyayı Saran Ağ” olarak çevirebiliriz. Evet Dünyayı saran ve ağına düşen insanları bireysellik nehrinde sürükleyerek, yalnızlık çağlayanından aşağılara yuvarlayan gönüllü olarak teslim olunmuş bir müptelalık.
Sonrasında internette gezinirken rastladığım bir fotoğraf geldi aklıma, arkası tıka basa lastiklerle dolu bir kamyonetin kasasının arkasına ilişmiş çaresizlik içinde yardım bekleyen bir delikanlı. Çaresizliği ise lastiğinin patlamış olması. Çok ironik değil mi? Yüzlerce hatta binlerce arkadaşınızın, takipçinizin olduğu sosyal medya okyanusu. Uçsuz bucaksız. Sayısız paylaşımlar, beğeniler, yorumlar, tekrar paylaşmalar… Bu ilüzyonda her gün saatlerimizi geçiriyoruz. Oysa an geliyor bir damla suya ihtiyaç duyduğunuzda bu okyanustaki suyun tuzlu olduğu gerçeği yüzünüzde tokat gibi patlayıveriyor. Gerçek arkadaşınızın az, dostunuzun ise azın azı olduğu gerçeği yüreğinizi üşütüyor. Gerçekten bir şeye ihtiyaç duyduğunuzda oradadırlar ama birazı, azıcık bir kısmı hariç yokturlar. Denemek bedava ama üzülürseniz bana sitem etmeyin. Zaten içten içe biliyorsunuz gerçeği ama yüzleşmek çok daha zor tabii ki.
Gerçekten ihtiyacınız olduğunda, içtenlikle ama eleştirmeden dinleyecek, sizinle dertlenecek, çareler arayacak, yeri geldiğinde saçma sapan şeylere kahkahalarla gülecek bir candan daha değerli ne olabilir ki. Düğününüzde, cenazenizde görmek istediğiniz ve gelmek isteyen, borç para verirken veya alırken acaba ne zaman öder diye düşünmeden iban paylaşabileceğiniz, hastayken hastanede ziyaret edip moral veren veya vereceğiniz kaç gerçek dost. İşte kalbimizin bildiği bu gerçeği zihnimizde idrak ettikçe yalnızlık bir kelime olmaktan çıkıp fazlası oluverir birden. Güneş olmasa da sizi takip eden gölgeniz, yattığınızda ise üzerinize çöken buluttur yalnızlığınız. Duruma göre bazen iyi bazen kötüdür çünkü sizi en iyi o tanır en iyi o bilir. Haliyle bu dünyada en çok vakit geçirdiğiniz görünmez arkadaşınız değil midir yalnızlığınız. Kalabalıkta bile nefesini hissedersiniz bazen yakın bazen uzak.
Aşağıdaki dizeleri okuyunca tekrar hatırlayacaksınız “Para” şiirinin derin anlamını. Sosyal medyada, kafelerde ve publarda son kullanma tarihi yakın arkadaşlıklar bulabilirsiniz ama yalnızlığın boşluğunu dolduracak sevgiyi, güveni ve bağlılığı satın alabilir misiniz?
-EV satın alabilir; ama YUVA satın alamaz
-YATAK satın alabilir; ama UYKU satın alamaz
-SAAT satın alabilir; ama VAKİT satın alamaz
-KİTAP satın alabilir; ama BİLGİ satın alamaz
-YİYECEK satın alabilir; ama AFİYET satın alamaz
-ARKADAŞ satın alabilir; ama SEVGİ satın alamaz
Modern insan, fiziksel mesafelerin azaldığı ama duygusal mesafelerin arttığı bir dünyada yaşıyor. Çözüm ise bireysellik ve toplumsallık arasında yeni bir denge kurmakta saklı. Kalabalık yalnızlık, aslında bir bakıma bireyselliğin aşırı vurgulanmasının sonucu. Modern hayatın bireye yüklediği başarı baskısı, “kendine yetme” ve “bağımsız olma” idealleri, insanın yardıma, ilgiye ve bağlanmaya olan temel ihtiyacını maalesef gölgeliyor. İnsanlar, zaaflarını göstermekten korktukları için derinliği olmayan asıl ihtiyacı karşılamaktan uzak yüzeysel ilişkilerle yetiniyor. Oysa kalabalığın içindeki bir insana dokunabilmek, sadece görmek değil hissedebilmek… Çünkü insan, nihayetinde paylaşımda anlam bulan sosyal bir varlıktır.
“Kalabalık yalnızlık, fiziksel mesafelerin azaldığı ama duygusal mesafelerin arttığı bir dünyada yaşanır.”
Sezen Aksu’nun “Anladım, sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak.” diye başlayan Yalnızlık Senfonisi şarkısını dinleyip te duygulanmayan, içi dalgalanıp durulmayan var mıdır? Acaba, yalnızlığını derinden hissedince mi yoksa yalnızlığın hayatında hep var olacağını fark edince mi hassaslaşıyor insan?

Gelin bu kez de yazımızı bu şarkıdan bir dize ile bitirelim.
Yalnızlığım yollarıma
Pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum, bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum.

2 YORUMLAR

  1. Acı ama gerçek.. güzel bir konuyu gündemine almışsın.. kalemine sağlık.. eski günlerin güzelliklerinden, degerlerindendi dostluklar.. şimdi gittikçe daha da uzaklaşmakta ve eskimekte eski günler..daha da yanlızlasmaktayiz..

  2. Kaleminize (klavyenize:)) sağlık, ilgiyle okudum. Belki herkesin bildiği ama bir türlü kabullenemedigi gerçeklerle yüzleşmek adına ne güzel özetlemişsiniz.. Teşekkürler .

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.