Gün gelir, telefon rehberinden bir ismi silip silmeme konusunda tereddüt yaşarsınız. Eliniz silme tuşuna gider gelir ama bir türlü o tuşa basamazsınız. Sanki o isim rehberde durduğu sürece, fiziki olarak bu Dünyadan ayrılsa da o numaranın sahibi hatıralarıyla sizinle yaşamaya devam edecektir. Zaman zaman rehberde ismini gördüğünüzde tekrar acı tatlı hatıralar canlanacak ve içiniz bir hoş olacak olsa da eliniz gitmez o numarayı silmeye.
Oysa o haber gelmeseydi numaranın sahibini belki de bir yıl daha görmeyecek, telefonda konuşmayacak yine de onun eksikliğini hissetmeyecektiniz. Ama şimdi isteseniz de ne yanınızda ve hattın diğer ucundaki ses olabilecektir. Artık görebilme veya duyabilme ihtimalinin bile kalmaması, çok yakınınızsa hesapsızca kalbinizi açıp yapacağınız sohbetlerin artık mümkün olmaması izin vermez iyileşmeye çalışan ayrılık yarasının kabuk bağlayıp iyileşmesine.
Yaş aldıkça artar bu acıların ve haberlerin sayısı, hayatın bir parçası olarak kabullenirsiniz, içten içe isyan ederek. Bilirsiniz çaresi yoktur giden geminin geri dönmesinin. İçinize içinize ağıt tutar mekânı cennet olsun diye dua edersiniz. Kalana zor da gidenin hali nicedir bilinmez.
İş hayatında vedalar çoktur ama yas tutulmaz. Yeni iş başlangıçları doğumlar, işten ayrılmalar ise ölümler gibidir. Bir koltuk boşaldığında sadece bir görev devredilmez; bir hafıza, bir alışkanlık, bir üslup geride kalır. Giden ister bir çalışan veya hayatını kaybeden olsun geride bir “iz” bırakır.
Bir gün bir müdür, yarın bir ekip lideri… İş dünyasında gidenin adı önce listelerden silinir, sonra anılardan. Kalan ise her sabah aynı koridordan geçerken, eksilen adımları duyar. O yüzden “giden mi kaybeder” sorusu, duygusal değil stratejik bir sorudur. Giden, sistemden çıkar ama sistemin üzerinde bıraktığı iz kalır. Kalan ise izi takip eder. Bu ise hem yük hem de fırsattır.
Giden kişi için işten ayrılmak, bazen kariyer için bir sıçrama tahtasıdır bazen de bir tükenişin sonucu… Gidişin gerekçesi kadar zamanı da kritiktir. Bir kurumu yükselişteyken terk etmek ile kriz döneminde bırakıp gitmek arasında ciddi etik farklar vardır. Giden, tavrıyla, zamanlamasıyla karakterini gösterir. Kalan ise kurum kültürünü sırtlanır, yeni anlamlar yüklenir, yön tayin eder.
Bir CEO’nun istifasıyla sarsılan bir organizasyonu gözlemlemiştim. İlk gün herkes gidenin ardındaki gerekçeyi sorguladı. İkinci gün, onun boşluğunu nasıl doldurabileceklerini. Üçüncü gün ise yeni stratejilere odaklanıldı. İnsanlar çabuk unutmaz; çabuk organize olur. Bu hem iyi hem acımasızdır.
Gidenin ardından konuşulan tek şey başarıları değil, insanlığı olur. Aynı iş hayatında da olduğu gibi. Çünkü çalışanlar yöneticilerinin becerilerinden öte onlara nasıl hissettirdiklerini hatırlar. Gidenin bıraktığı duygusal miras, kalanların aidiyetini belirler.
Burada stratejik liderlik ile insani liderlik çakışır. Veda ederken sadece işleri değil, ilişkiyi de devredebiliyorsanız kazanan siz olursunuz. Giden, arkasında güven ve yön bırakmışsa, aslında kaybetmemiştir. Kalan ise o güvenle kurumu büyütürse, yalnız değildir.
İş dünyasında başarı sadece ne yaptığınızla değil, sizden sonra nelerin sürdüğüyle ölçülür. Ölümde de, bir insanın gerçek etkisi, cenazesine gelen kalabalıkla değil, ölümünden sonra kurulan cümlelerle ortaya çıkar.
Gidenin ne zaman ve nasıl gittiği; kalanın neyi, nasıl devraldığı kazanan ve kaybedeni belirler. Mevzu ne kalmaktır ne de gitmek… İşin özü, anlam bırakabilmektir.
Bir müdürün vedasında bulunmuştum. İki yıldır birlikte çalıştığı ekip, konuşma sırasında göz göze bile gelememişti. Son sözleri sadeydi: “Hakkınızı helal edin.” O gün fark ettim; bazen giden, sessizce ama onurluca gider. Asıl yük kalanların sırtına biner. Çünkü kalan kişi sadece boş bir masaya değil, dolu anılara bakar. İşte o an insan anlar; gitmek kayıp değildir her zaman, bazen geride kalmak daha ağırdır.
Ama bazı vedalar vardır ki, sistem devam etse de ruh devam edemez. Masalarda dosyadan çok anı kalır. Kiminin gidişiyle suskunlaşır ofisler, kiminin vedasıyla değişir kurum kültürü… Bunlar tablolarla ölçülemez ama yöneticinin kalbinde bir iz bırakır. Ve belki de en iyi liderlik, bu duygusal izleri yönetebilme becerisindedir.
Gün gelip gitme sırası bize geldiğinde, ardımızda bir hoş seda bırakabilirsek ne mutlu bize.
Hayatta da asıl mesele, kimin gittiği değil, ardında ne bıraktığıdır.
Kalmak mı zor yoksa gitmek mi?
Tarih