İnsan türü ister özel yaşamında olsun ister profesyonel dünyada sahip olamadıkları peşinde koşar, en çok yoklukları ile ilgilenir ve acıdır ki var olanları görmezden gelir…
Bu durum ilk anda kulağa oldukça karmaşık gelebilir. Ben de yazarken uzun uzun düşündüm daha iyi nasıl ifade edebilirim diye. Konu çetrefilli olunca bunun kolay yolu olmadığını, hatta kestirmeden düze çıkmanın mümkün olmadığını anladım…
Profesyoneller dünyasında hızlıca dolaşacak olursak; yıllardır uzak kalınan, elde etmek için fırsat kollanan, zorlama sınırında bastırılan, “mobbing” Türkçesi ile “bezdirme” derecesinde engellenen pek çok durumun söz konusu olduğunun sayısız örneğini görmek mümkündür. Bu gözle bakıldığında kişilerin de sahip olduklarından çok sahip olamadıkları, erişemedikleri ya da erişimlerinin engellendiği, bir adım öte gidersek de kendinden esirgenenler olduğu çok acı bir biçimde görülecektir.
Bu duygusal fakirlik hali, tedavisi olmayan bir hastalık gibidir. Hiçbir tedavinin işe yaramadığı bir illet olarak kişinin içinde varlığını sürdürür. Bu durum kişilikleri şekillendirir, kişilikler de düşünceleri, düşünceler de kararları, kararlar da davranışları ortaya çıkarır.
Dışarıdan bakınca eğitimlidir ama kendini geliştirmeyen ya da öğrenmeye kapalı bir varoştaki kişiden farksız davranabilmektedir. Fırsatçılık yaklaşımı da temel olarak birbirinin neredeyse tıpatıp aynıdır. Kendinden güçsüzlere tavrı, bunun en belirgin göstergesidir. Kendini gösterme ve devamında beğendirme dürtüsü ile rahatsızlık verici boyutlara ulaşabilir. Bu gibi tiplerden uzak durmak ne yazık ki mümkün değildir, çünkü her yerdedirler. Her kapının arkasında ya da her masada bunlardan birine; kadın veya erkek, genç veya yaşlı, iyi eğitimli veya vasat bir okul mezununa rastlarsınız. Çevrenizde de yığınla örnek vardır.
Freud bunu vaktiyle çözdü…
Freud insanın ruh halini, psikolojik dalgalanmalarını ve en genel tanımıyla deformasyonları üzerine yoğun çalışan ve çarpıcı sonuçlara ulaşan bir bilim insanı. Bu konudaki tespiti ise şu; “insanın kişiliği, bastırılmış –ya da arkaya itilen– arzuların toplamıdır”. Gerçekten de herkesin içinde bir ukdesi vardır. Uppsss, bir mi dedim? Eksik söyledim! Herkeste birden fazla, belki de onlarca kafaya taktığı ve üstesinden gelemediği sıkıntılı konular vardır.
Birçok bilim insanı, felsefeci, yazar ve düşünür bu konuya kafa yormaktadır. Hemen hepsinin buluştuğu nokta ise “elde edilemeyen daha da kıymetli” olduğudur.
Sevgi ve bununla ilintili tatmin çok önemlidir. En tipik örneklerinden biri de Apple markasının yaratıcısı Steve Jobs’dır. Evlatlık olarak verildiği dünyada kendini kanıtlama çabası, yoksun olduğu aile ortamı öyle bir motivasyon kaynağı oldu ki tüm dünyanın takdirini kazanana kadar değil durmak, yavaşlamadı bile…
Her şey bir “aferin” sözüne bakar!
Çocuk yaşlarda annenin ya da babanın veyahut her ikisinin esirgediği bir “aferin”, öngörülemeyen boyutlarda deformasyona neden olur. Aferin’siz büyüyenler başarmayı ister ama “başarılı gibi gözükmek” ile yetinmek durumuna düşerler. Övülmeye olan gereksinimlerini gidermek için teşhirciliğe uzanan yollara saparlar. Alkışlanma arzusunu saplantı haline getirip, bulundukları ortamların en neşelisi gözükmek ya da en şık olmak için gözlerini bile kırpmadan maksadı aşarlar.
Bu yöntem, onları yoksun olduklarına kavuşturmadığı gibi tam tersine uzaklaştırır. Nietzsche de “insanı yıkına üstlendikleri değil, bunu taşıma biçimidir” sözü ile durumun ne kadar vahim olduğunu anlatır.
Mesele bireysel değil toplumsal…
Hangi vektörle bakılırsa bakılsın mesele çok boyutludur. İş dünyasında beyaz veya mavi yakalı fark etmez, esirgenen haklar bu durumun tipik bir göstergesidir. Gençlerden esirgenen eğitim ve iş gibi yaşlılardan esirgenen sağlık ve rahat yaşam da bunun bir başka göstergesidir. Bu liste kadınlardan sırf “kadın olmaları” yüzünden esirgenenler ile sürer, farklı etnik kökenleri sebebi ile yaşananlar ile de uzar gider.
Kadın, erkek, genç, yaşlı, eğitimli, eğitimsiz için tablo buyken sağlıklı düşünen ve davranan bireylerden bahsetmeye çalışmak deveye bale pabucu giydirip dans etmesini beklemekten farksız olur!
Esirgenenler her zaman kötü değildir! Nadiren de olsa iyi sonuçlar verebilmektedir…
İş dünyasında tek-tük örnekleri olan bu durum sanat dünyasında biraz daha güçlüdür. Sanatçının, hayatın kendinden esirgediklerini eserlerine yansıttı iddiası vardır. Üstesinden gelinemeyen her konu, ister “bir tür başarısızlık” deyin ister “kocaman bir saplantı” sanatçıyı buralara getirir. Roman çok satabilir, tablolara ilgi büyüktür, mimari eserler de çok göz alıcı olabilir ama arka planda “sorunlu” bir kişilik olduğu kesindir.
Yansımalar
Bir küçük “aferin” eksikliği ya da “takdir” noksanlığı o bireyler vasıtasıyla koca toplumu ne hale getirir. Esirgenenler yüzünden bireyler aşırı tüketime yönelir. Siyaset sahnesinden magazin dünyasına uzanan sayısız örnek var.
Bir süre sonra kişide özellikle de eğitimsiz bireylerde uyanan dışlanmışlık duygusu ile başa çıkamayanlar da kendilerini gerçekleştirmek için her anlamda ve her boyutta şiddete hatta sosyal anarşiye yönelmekte beis görmüyorlar.
İnsanların birbirlerine olan sevgileri de bu noktada ağır hasar almaya başlıyor. Birbirini severek başladıkları yolcuklar bir anda nefrete dönüşüyor. Sonrası şiddet zaten! Arabeskleşen ilişkiler, çıkarları yücelten bireyler hiç farkına varmadan “kendileri gibi” küçük bireylerin ebeveyni oluveriyorlar. Çark da dönmeye devam ediyor.
İnsanın içinde bir boşluk olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerek!
Bu boşluğu “eksiklikler” ya da “esirgenenler” olarak da görmek mümkün. Bu konuda yol haritası niteliğinde bir kısaltma var, V.I.T.R.I.O.L. Kısaltma demek haksızlık aslında, Latince bir motto. Toplam 7 sözcükten oluşuyor; Visita Interiora Terræ Rectificando Invenies Occultum Lapidem. Anlamı farklı tercümeleri olmakla birlikte doğruya en yakın bulduğum; Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, düzeltilecek (arıtılacak) yanını (gizli taşı veya Felsefe Taşı’nı) bulacaksın”.
Yazımda tanımlamaya çalıştığım sosyal artıklar, giderek toplumsal bir çöplüğe dönüşmeden yaşantılarımızdan çıkarmanın yegane yolu da bu motto’da yatıyor. Bu yazıyı yazan kafanın yolculuğu da tam olarak budur…
Kişinin, “var olsun” diye uğraştıklarının yoklukları ile sınavı…
Tarih

Çok güzel bir noktaya degindiniz. Yaşınızda Mobingingin ezdirme olarak kullanilmasini ilk defa gördum ve beğendim. Kıtlık bilinci ve kaynakların sonsuzluğun görememe yaratıcılık eksikliğini gösteriyor. Yaratıcılık ve ccaba gösterme, disiplinle ilerleme yerine en iyi bildiği ve bu nedenle kısa yol olarak benimsenen daha zayıf olaniezmek, veya rakip olarak gördüğünün ilerlemesini engellemek…ne yazık ki öğrenilmiş bir davranış kalıbı. Altında yatanda kendi içindeki zenginlik eri keşfetme tense olmayanlara odaklanmak. Yazınızı ve konu seçimi izi çok takdir ediyorum.