Kızılderililer’in Kökenleri Ve Türkler’le Benzerlikleri

Tarih

Tarih boyunca göçebe yaşamış olan Türklerin ve Kızılderililerin kökenleri Orta Asya Altay bölgesi topluluklardır; Antropoloji, Genetik ve özellikle DNA araştırmaları bu bilgiyi doğrulamaktadır. Araştırmaların bazıları Türkler ve Kızılderililer arasında belirgin bir kökensel bağlantı olmadığını, diğer bazı araştırmalar ise kökenlerinin ortak olduğunu iddia etmektedirler. Kızılderililer ile diğer Orta Asya Altay kavimlerinin bireyleri arasında, anneden gelen mitokondriyal RNA’larda, yüzde 15-25 oranında benzerlik bulunduğu, iddia edilmektedir; ayrıca (Y) kromozomlarında DNA benzerliği olduğu iddiaları vardır. Ortak Altay genlerinin yaklaşık ondört bin yıl önce Amerikalı yerlilerin genlerinden ayrıldığı düşünülmektedir. Kızılderililer koyu tenli (bakır ten) ve kösedirler. Bazı araştırmacılar Amerika yerlileri için “Proto-Mongoloid” (Mongoloid öncesi) iddiasında bulunmuşlardır. Türkler de Kızılderililer gibi brakisefaldir. Her iki halk birbirlerinden bağımsız olarak gelişmişlerdir. Türkler Moğollar ve Uygurlara daha yakın özellikler taşırlar.

Resim 1- Na Dene Kızılderili’leri
Kızılderililer Na Dene kökenlidirler ve Na-Dene dilini konuşmaktadırlar, Atabasklar da özde Na Dene kökenlidirler. Na-Dene dillerinin kökeni Asya’daki dillerle bağlantılıdır, ancak bu diller Amerika’da gelişmiş ve farklılaşmıştır. Atabasklar da Na Dene kökenlidirler. Tüm Amerika kıtasına yayılmışlardır, bazı gruplar rezervasyonlarda yaşarlar, bulundukları ülkenin dilini konuşurlar. Şamanist, Animist ve Hristiyandır, çoğunlukla Katoliktirler.
Resim 2- Beringia (Bering) ABD’ye geçiş yolu
Kızılderililer yaklaşık otuzbin yıl önce Sibirya üzerinden, bugünkü Bering boğazını geçerek Amerika kıtasına gelmişlerdir. Son buzul çağında suların çekilmesiyle açılmış olabileceği düşünülen kara köprüsü “Beringia” veya Bering buz köprüsü geçiş yolları olmuştur. Bir başka sav ise otuz bin yıl kadar önce Bering Boğazı’nın henüz oluşmadığı, Amerika ve Asya ana karalarının birleşik olduğudur.
Bunlardan yaklaşık yirmi bin yıl sonra Eskimo ve Aleutlar’ın da aynı yolu kullanarak Sibirya’dan Alaska’ya geldikleri varsayılmaktadır. Eskimoların reislerine “Hakan” demeleri ilginç bir rastlantı olabilir mi ? Bazı araştırmacılar Amerika kıtasına deniz yollarıyla ulaşılmış olunabileceğini öne sürmüş olsalar da, bu seçenek tehlikeli denizler nedeniyle zor görünmektedir. Ancak, Kon Tiki maceracısı Thor Heyerdahl, “Ra II” adlı papirüsten yapılma salı ile Fas’tan hareket edip Meksika körfezindeki Barbados’a ulaşmıştır. Heyerdahl, Kon-Tiki adlı salı ile, Peru’dan açılıp Pasifik okyanusunun ortasında bulunan adalar grubu Polinezya’ya, 101 günde, çok tehlikeli denizlerde gidebilmiştir; böylelikle Heyerdahl antik çağlarda kıtalar arasında yolculuk yapılabileceğini kanıtlamıştır. Kon-Tiki adlı sal orijinal haliyle Oslo müzesinde bulunmaktadır. İki İtalyan araştırmacı Etrüskler’in bir kolunun, okyanusta akıntıya kapılan gemileriyle, Meksika Körfezi’ndeki Vera Cruz’a ulaşmış olduklarını bildirmişlerdir. Bu bilgiler, zor da olsa Amerika’ya Alaska dışı yollardan da ulaşma olasılığının, varlığını göstermektedir.
KIZILDERİLİ TÜRK BENZERLİKLERİ
Türkler ve Kızılderililer göçebe, savaşçı, hayvancılıkla uğraşan ve avcı toplayıcı halklardır, av aletleri benzerdir. Her iki halk da oyma kayıklar yapar, at biner, güreş tutar, kopuz çalarlar; ölüm törenlerinde ağıtçıları vardır. Geniş aile yapılarıyla güçlü sosyal bağlar kurmuşlar, doğal kaynakları verimli kullanmış ve çevrelerine uyum sağlamışlardır.
Her iki halk da duyarlı ve naziktir, bitki ve çiçekler koparılmaz, hayvanlara zarar verilmez, suç ve kadına şiddet oranı çok düşüktür, müzik ve dans, dini ve toplumsal etkinliklerde önemli rol oynar.
Türkler Çin, İran, Hindistan ve Bizans gibi uygarlıklardan etkilenmişler, Animizm ve Şamanizm’den İslamiyet’e geçmişlerdir. Bir lider tarafından yönetilmişlerdir.Türkler’de de doğa kutsaldır, Tanrının yeryüzündeki yansıması olarak görülmektedir.
Kızılderililer kabile şefleri ve konseyler tarafından yönetilen daha demokratik bir yönetim sistemine sahiptiler. Animist, Şamanist inançtan Avrupalılar’ın gelmesiyle Hristiyanlığa geçmişlerdir. Animizm’de (canlandırmacılık) doğadaki her şeyin ruhu olduğuna inanılır. Kızılderililer için de doğa kutsaldır, toprak korunması gereken bir emanettir. Doğayla olan bağları ritüeller ve törenlerle pekiştirilmiştir. Şamanizm bu ruhlarla iletişim kurabilen özel kişilere dayalı bir inanıştır. Kültürel mirasları, sanat, dil, din ve sosyal örgütlenme gibi konularda zengin kaynak sunar. Doğal yaşam tüm sanat dallarını etkilemiştir, ağaçtan yontular, vitraylar ve resimler çok fazladır, totemleri büyük sanat eserleridir, doğa ve hayvan figürleri çok kullanılır.
DİL
Na-Dene adının kaynağı “halk” anlamına gelen Tlingitçe ‘’Na’’ ile Atabask dillerindeki “insan” anlamına gelen ‘’Dene’’ sözleridir. Kızılderili dili Altay dil grubundandır, altıyüz kadar lehçe vardır, üçyüzyirmi sözcük türkçeye benzemekte veya tam anlam karşılığını vermektedir. Ata, Ana, Ok.,Su, Kurt, Yurt, Tanrı (Tangri), Kan, Bay, Tuz, Kam (Şaman), Kara, Sığır, Kaya, Oğul, “Çapultepek” “Çapulcu Tepesi”vs… Bu sözcük örneklerinin sayısı artırılabilir. İki halkın benzer sözcükleri için tesadüf diyenlere karşı İsveç’li dil bilimci Prof. Morris Swadesh, aynı veya benzer sözcüklerin bu kadar çok olmasının rastlantı olma olasılığının birkaç milyonda bir olabileceğini belirtmiştir.
ABD, Kanada, Meksika’da konuşulan tüm diller Na Dene kökenlidir. Navajo ve Apache’lar da bu dili konuşurlar. İlerleyen yıllarda Kızılderililer bulundukları ülkenin di̇lini konuşmaya başlamışlardır. Alaska kızılderililer’inin lehçelerini konuşan on-yirmi kişilik çok sayıda topluluk vardır, bunlardan Eyakça’yı konuşan son kişi 2008 yılında ölmüştür. Ne yazık ki lençeler zamanla kaybolmaktadır.
ALASKA’NIN RUSLARDAN SATIN ALINMASI
Alaska’nın, Kızılderili ve Eskimoların Amerika kıtasına giriş kapısı olması nedeniyle, bu bölgenin en önemli olaylarından olan, Ruslar’dan satın alınmasına kısaca değinilmelidir. Alaska, yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynakları zengin bir yöredir. Rus çarının da ortak olduğu şirketler bu bölgede ticaret yapmaktaydılar. Avrupa’da savaşlarla uğraşan Rusya, Alaska’yı koruyamayacağını anlamış ve satmaya karar vermiştir. Rus halkı yörenin değerini düşünerek satılmasını istemiş, Amerikan halkı ise ellibin Eskimo’nun yerleşmiş olması nedeniyle satın alınmasını istememiştir. Buna rağmen ABD yönetimi 1967 yılında 7,2 milyon dolara, 1.723.337 kilometrekare (iki Türkiye kadar) olan Alaska’yı satın aldı. Alaska’nın 2023 nüfusu 733 000’dir. Bu işlemi gerçekleştiren ABD başkanı Mc Kinley’in adı Alaska’nın ve kuzey Amerika’nın 6190 m. yüksekliğindeki en yüksek ve görkemli dağına, dışişleri bakanı W. H. Seward’ın adı da güney Alaska’da çok şirin bir yerleşim yerine verilmiştir. Dağa verilmiş olan Mc. Kinley adı 2015 yılında, başkan Obama döneminde, Denali dağı (Yüce olan) olarak değiştirilmiştir; dağın bulunduğu yörenin ve ulusal parkın adı da Denali’dir.
Resim 3- Alaska’nın alımı için Ruslar’a verilen çek
Türkler sosyo kültürel evrimlerinde batıya göçmüş, bugünkü Türkiye, Azerbaycan, İran, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar’a yayılarak İslam kültürüyle kaynaşmışlardır, Selçuklu ve Osmanlı devletlerini kurmuşlardır. Türk kökenli topluluklar, başta Türkiye olmak üzere, Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu’da çeşitli devletlerde yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Türk kültürünün en önemli merkezi olmuştur.
Kızılderililer’in sosyo kültürel evrimi hazindir, Avrupalı kolonicilerin gelişinden sonra sistematik şiddet, yok etme, zorla göç, asimilasyon süreçlerini yaşamışlardır. Toprakları ele geçirilmiş, yerel halk köleleştirilmiştir. Aztek, İnka ve bölgedeki büyük medeniyetleri yok eden istilalacılar, katliamlar ve getirdikleri çiçek, frengi, grip gibi bulaşıcı hastalıklar nedeniyle Kızılderili nüfusun onda dokuzu yok olmuştur.
Geleneksel dilleri ve kültürleri yasaklanmış, zorla Hristiyan yapılmışlardır. Kültürel haklarının tanınması ve topraklarına sahip çıkmak için mücadeleleri sürmektedir. Bir kısım halk rezervasyonlarda zorlu bir yaşam sürmektedir.
Türkler’in ve Kızılderililer’in Orta Asya’da binlerce yıl önce göçebe olarak başlayan yaşamları, sosyal yapıları, inançları, dillerindeki benzerlikler, yıllar içinde çok farklı yönlere evrilmiştir. Türk kökenli topluluklar büyük imparatorluklar kurmuş ve modern ulus-devletler şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler.
Kızılderililer, Amerika kıtasının yerli halklarını ifade ederler.
Binlerce yıl Amerika kıtasına sanat, dil, din ve sosyal örgütlenme gibi konularda zengin bir kaynak sunmuşlardır. Avrupalılar’ın gelişiyle büyük bir yıkım yaşamışlardır; ve beyaz adam onlara rahat ve huzur vermemeyi sürdürmektedir. Yaşamlarında direniş, kimlik arayışı, kültürel kimliklerini koruma mücadelesini hâlâ vermektedirler.
Türkler ve Kızılderililer, benzer yaşam tarzlarına ve tarihsel gelişmelere sahipken, süreçler onları çok farklı yönlere sürüklemiştir.
Antropolojik ve kültürel benzerliklere rağmen Türkler’in ve Kızıderililer’in köklerinin aynı olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.