Bu hafta sonu Atatürk Kültür Merkezinde Sırp yazar Duşan Kovacevic’in yazdığı Profesyonel oyununu izledim. Oyun, Yugoslavya’da Milosevic rejimi altında yaşayan muhalif bir entelektüelin hayatı üzerinden ilerliyor ve tüm hikâye, onu yıllarca takip edip raporlayan bir sivil polisle arasındaki diyalog üzerine kuruluyor. Politik bağlam, mekân ve zaman olarak bugünden uzak görünse de, insan deneyimi açısından hikâye bana hiç yabancı gelmedi. İçerik, duygular ve insanın hayatla kurduğu bağ, evrensel bir dille akıyordu. Elbette ayakta alkışladığımız oyuncuların performansını da anmadan geçmek olmaz.

Oyunun kahramanı “Teya”nın entelektüel kimliği ve sivil polisle arasında geçen yıllara yayılan hesaplaşma, benim için özellikle bir şeyi görünür kıldı: iki zıt karakterin hayatlarında değerlerini yaşama biçimleri ve bu biçimlerin zamanla, koşullarla ve kırılma anlarıyla nasıl sınandığı…
Tam da bu hafta bir danışanımla “Değerler” üzerine çalışmış olmamız bu gözlemi derinleştirdi ve oyun sonrasında beni şu soruların etrafında uzun uzun düşündürdü: Değerlerimiz nasıl ve ne zaman şekilleniyor? Onların varlığını ne zaman fark ediyoruz? Ve değişen dünyaya uyum sağlarken değerlerimizle nasıl bir ilişki kuruyoruz?
Konuya tanımsal bir yerden bakarsak, akademik literatürde değerler; bireyin davranışlarını, tercihlerini ve yaşam yönelimlerini düzenleyen, kültürel olarak paylaşılan ya da kişisel olarak içselleştirilmiş temel inançlar, ilkeler ve motivasyonel yapılar olarak tanımlanır. En kapsamlı modellerden biri olan Schwartz’ın Temel İnsan Değerleri Kuramı, değerleri bireyin yaşamında “arzu edilen nihai durumlar” ve “tercih edilen davranış biçimleri” olarak tanımlar. Değerler, durumsal olmayan, rehberlik edici inançlardır; davranışa yön verirler, seçimleri etkilerler, durumlar arasında tutarlılık sağlarlar.
Benim için en sade tanım ise şöyle:
“Değerlerim, içimdeki pusuladır; beni ben yapan inançlar bütünüdür.”
Doğruyu yanlıştan ayıran, bir durumun içinde kendimi rahat ya da huzursuz hissetmemi belirleyen, çoğu zaman farkında bile olmadan beni yolda tutan şey, değerlerimdir.
Değerlerimiz, psikolojik olgunlaşmamıza paralel bir seyirle ve hayatla temasımızın her katmanında oluşur. Aileden, okuldan, kültürden, iş çevresinden; başarılarımızdan, kırılma noktalarımızdan, kayıplarımızdan, karşılaştığımız zorluklardan süzülerek şekillenirler. Bu nedenle çoğu zaman değerlerimizi fark etmeden yaşar, hatta yaşatırız.
Değerler, kişiliğimizin derin bir katmanını oluşturduğu için çok sık değişmezler; fakat hayatın sert virajlarında, yeni koşullarla karşılaştığımızda, sınandığımız dönemlerde esneyebilir, farklı anlamlar kazanabilirler. Bu esneklik ise bize alan açar; büyümeyi ve yeniden tanımlamayı mümkün kılar. Kısacası, değerler sadece “sahip olduğumuz” şeyler değil; yaşadıkça evrilen, fark ettikçe bizi derinleştiren, uyumlandıkça bizi esneten bir iç yapıdır.
Liderlik ve Değerler
Liderlik araştırmalarının büyük bir kısmı —özellikle değer temelli liderlik, liderin kişisel değerlerinin organizasyon kültürü ve ekip davranışları üzerinde belirleyici olduğunu gösteriyor. Özellikle kırılma anlarında, oyundaki kahramanımız Teya’nın yıllarca eleştirdiği bir makâma bizzat kendisi oturduğunda, yani hayat sert bir manevra yapıp bizi sınadığında, değerlerimizle çatışan durumlarla karşılaştığımızda, bu durumla nasıl başa çıkıyoruz?
Günümüzün hızlı, kırılgan, belirsiz ortamında, liderlerin değerlerini sabit bir kavram olarak değil, “yeniden yorumlanabilir bir rehber” olarak ele alması gerekiyor. Araştırmalar, esnek fakat özüne sadık değer anlayışının liderlere daha yüksek çeviklik ve dayanıklılık sağladığını gösteriyor. Burada kritik olan, değerlerin değişmesi değil; değerlerin hayatın yeni koşullarına göre yeni anlamlar kazanması. Bir lider için “sorumluluk” değeri yıllar içinde kontrol odağından iş birliğine, oradan da toplumsal etkiye doğru genişleyebiliyor. Bir liderin değerleri, sadece kendi davranışını değil, çevresindeki insanların davranış setlerini ve kurumun kültürel dokusunu şekillendiren güçlü bir enerji alanıdır. Bu alanın net ve görünür olması, organizasyonun değerlerinin gücü açısından da çok önemlidir.
Liderlerin en kritik sınavlarından biri, kendi değerleriyle organizasyonun beklentileri arasındaki kaçınılmaz çatışmaları yönetebilme becerisidir. Akademik çalışmalar, özellikle etik liderlik ve otantik liderlik literatürü, liderin değerlerini inkâr etmesinin uzun vadede güveni aşındırdığını; buna karşın değerlerle uyumlu davranmanın hem ekip bağlılığını hem de psikolojik güveni artırdığını gösteriyor. Ne var ki liderlik, her zaman “doğru olanı bilmek” kadar basit değil; bazen adalet ile sadakat, şeffaflık ile stratejik gizlilik, yenilik ile güvenlik gibi iki güçlü değerin arasında kalmayı gerektiriyor. Gerçek liderlik tam da bu gri alanlarda ortaya çıkar: kişi kendi değerlerini korurken sistemin ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilir, çatışmayı nasıl etik bir gerilime dönüştürmeden yönetebilir? Fark ederek başlamak durumundayız, Teya’nın oyunda fark ettiği gibi. Değerlerinizi en son ne zaman güncellediniz? İç pusulanızın kalibrasyona ihtiyacı var mı, ne dersiniz?
Değerlerin keşfi sırasında kullanılan sorulardan birisi, “Öldükten sonra nasıl anılmak istersin?” sorusudur. Liderlik perspektifinden baktığımızda, bugün aldığın kararlar, yarınki liderlik mirasını nasıl şekillendiriyor? Oyunun bana bıraktığı sorular bunlardı, profesyonelce üzerinde düşünmeye devam ediyorum.
