Seyahate çıktığınızda yanınıza tanımadığınız biri oturduysa, sohbet bir süre sonra nerelisin sorusuna kadar gelir dayanır. İş için ziyaret ettiğiniz bir müşterinizle sohbette yine konu döner dolaşır sizin veya onun nereli olduğuna gelir. Hele bir de hemşehri çıktıysanız sohbet birden koyulaşır ortak gidilen yerlere, arkadaşlıklara kadar uzanır. Görünmez bir köprü mesafeleri kısaltır. Askerdeyse nereli olduğunuzun önemi boyut atlar ve “Toprağım” dediğiniz insanlarla en ufak bir bağınız olmamasına rağmen, gurbette birbirinizi korur destek çıkarsınız.
İnsanların ait olma, bir köke bağlı hissetme duygusu ve aynı topraklarda yetişmiş olmanın verdiği güvenin yerini kolay kolay hiçbir şey tutmaz.
İster okumak için ister ekmek parası kazanmak için memleketinizden ayrıldığınızda zaman artık büyüdüğünüz diyar ve sizin yeni yaşam yerinizde farklı işlemeye başlar. İlk birkaç yılda pek de anlaşılmaz bu farklılıklar. Eve döndüğünüzde bakkal aynı bakkaldır, arkadaşlar hala aynı şehirdedir ve hatıralarda hala canlıdır.
Aradan zaman geçer. Evlenirsiniz belki çocuklarınız olur. Birkaç kez iş değiştirirsiniz. Satış veya benzer bir işte çalıyorsanız bazı sabahlar yeni şehirlerde açarsınız gözlerinizi. Zaman zaman bilmediğiniz sokaklarda yürürsünüz; kaldırım taşları yabancı, tabelalar tanıdık ama bir o kadar uzak gelir. İşiniz gereği yıllardır aynı döngünün içinde, valizler, yeni adresler, yeni ofisler… Her gittiğiniz yerde ise geçici bir aidiyet duygusu yaratmaya çalışmak. Ama işte o duygu, tam tutunacak gibi olduğunda belki de gelen yeni bir tayin haberi.
Bazen biri sorar: “Aslen nerelisin?”
Cevap verirsin elbette ama içinden geçen: “Ne oralıyım, ne de buralı.”yım demektir aslında.
Yıllar içinde şehirler birbirine karışır. İzmir’in rüzgarı, Eskişehir’in ayazı, Antalya’nın sıcağı… Hepsinden biraz ben oldum ama tam olarak hiçbiri değilim dersiniz. Gittiğin yerlerde birkaç yıl sonra adın tanınır hale gelir; fırındaki amca selam verir, apartmandaki çocuklar ismini öğrenir. Ama sen hep bir misafir gibi yaşarsın. Eşyaların kutuları hiçbir zaman tam açılmaz; çünkü bilirsin ki bu da geçicidir.
Kök salmak nedir unutur insan. Dostluklar hep “hızlandırılmış” yaşanır; çünkü zaman kısıtlıdır. Bir masaya oturup derinleşmeden başka bir şehre savrulursun. Kalbinde eksik bıraktığın cümleler, yarım kalmış vedalar birikir.
Ama sonra fark edersin, Belki de aidiyet bir coğrafya değil. Belki de yolun kendisi senin yuvan oluyor. O şehirler, o yüzler, o hikâyeler birleşiyor ve sen aslında hepsinin toplamı oluyorsun. Ne oralı, ne buralı; ama her yerden bir parça taşıyan bir mozaik…
Ve belki de en çok bu yüzden güçlü hissediyorsun. Çünkü nerede olursan ol, yeniden başlama cesaretin hep seninle.
Bana gelince;
Hayat tuhaf sürprizlerle dolu. Yıllar sonra, tam da yolun yarısını geçmişken, kader beni doğup büyüdüğüm topraklara geri getirdi. Üniversite için Ankara’ya gidene kadar günlerimi geçirip büyüdüğüm, bisiklete binip ağaçlardan meyveler kopardığım, biraz daha büyüyüp aşık olduğum, araba sürmeyi öğrendiğim acısıyla tatlısıyla beni bağrına basmış topraklara döndüm. Hem bir sevinç dalgası hem de bir garip burukluk sardı içimi. Daha önce de defalarca şehir değiştirmiştim. Bazen kalıcı bazen de geçici olarak. Hepsinde de farklı planlar ve umutlarla….
Oysa bu sefer durum biraz daha farklıydı. Tanıdık bir şehre geliyordum. Ancak günler geçtikçe fark ettim ki, mesele sadece bir yere dönmek değilmiş. İnsanlarda şehirlerde gün geçtikçe tahminimden de fazla değişiyormuş. Tanıdık yüzlerin birçoğu artık başka şehirlerde ve ülkelerde kalanlar ise artık yaşlanmış, bazı sokaklar silinip gitmiş, mahalledeki sıcaklık ise istisnalar hariç yerini mesafeli ilişkilere bırakmış. Üstelik bu kez yanımda eşim ve kızım da var. Geri dönmek, dediğim şey, bizim için yepyeni bir başlangıç.
Ve o garip his… Hani o yıllardır taşınıp dururken içimi yoklayan aidiyetsizlik… Bir baktım ki burada da peşimi bırakmamış. Çünkü şimdi anlıyorum: Aslında yabancılaşma sadece mekânla ilgili değil; insanın iç dünyasında biriken sessiz bir gölge. Nereye gidersen git, o gölgeyi de yanında taşıyorsun.
Elbette güzel anlar da var; çocukluk arkadaşlarımla yeniden buluşmak, annemin eski tariflerini sofraya koyması… Ama yine de, içimde bir taraf hâlâ “misafir”. Sanki bu şehir beni olduğu gibi kabul etmiyor, ben de ona yeniden ait olamıyorum.
Bazen balkonda oturup şehrin ışıklarına bakarken düşünüyorum: Belki de gerçek memleket artık belli bir yer değil, kurduğumuz küçük ailemiz, gittiğimiz her yere taşımaya çalıştığımız o sıcak yuva hissi. Belki aidiyet, dışarıda bir sokakta değil, içimizde derinlerde saklıdır.
Sahiden sen nerelisin?
Ne Oralıyım, Ne buralı. Şehir Değiştiren Profesyonellerin Dilemması
Tarih