“Ne”yi “Nasıl” yaptığımız mı yoksa”Ne” yaptığımız daha önemli?

Tarih

Henüz bir yaşına yeni girmiş bir bebeğin yürümeye çalıştığını hatırlayınız. Önemli olan tek şey yürüyebilmesidir. Nasıl yürüdüğü, dengesiz adımlar atıp atmadığı, tökezleyip tökezlemediği hep ikinci plandadır. Bu aşamada önemli olan harekete geçilmesi, bir eşiğin aşılması, gelişimin başlamasıdır.
Oysa çocuk büyüdükçe, nasıl yürüdüğü de önem kazanmaya başlar. Koşabiliyor mu? Duruşu dengeli mi? Hızını ve yönünü kontrol edebiliyor mu? Hatta daha da büyüdüğünde kalabalıkta hızını doğru belirleyip kimseye çarpmadan, rahatsız etmeden hareket edebiliyor mu? Sağlığı için dik durup daha karizmatik bir duruş sergileyebiliyor mu? İş dünyasında da benzer bir süreç yaşanır. Başlangıçta “ne” yaptığınız sizi ileri taşırken, belli bir olgunluğa ulaştığınızda “nasıl” yaptığınız sizi bir adım öteye veya geriye götürebilir.
Bu durum insan ilişkilerinde daha da büyük önem kazanır.
•İlk aşamada ne söylediğiniz önemlidir.
•Ancak zamanla nasıl söylediğiniz daha fazla anlam kazanır.
Bazen doğru mesajı yanlış bir şekilde vermek, karşı tarafın sizi tamamen yanlış anlamasına neden olabilir. Liderlikte, yöneticilikte, hatta günlük hayatta, “nasıl” iletişim kurduğunuz, insanların sizi nasıl algıladığını ve onlarla kurduğunuz bağın kalitesini belirler.
Performans yönetiminde, bir işin sonucunda “Ne” yaptığınız sizi ödüllendirir. “Nasıl” yaptığınız ise başarıyı dolayısıyla da ödülü sürdürülebilir kılar. Çünkü ne yaptığınız sonuç, nasıl yaptığınız ise gidiş yolunuzdur.
Hayatta sonuçları yanlış yöntemler ile elde edebilirsiniz, ancak her sonuç bir gün sorgulanmaya mahkumdur. İşte “Nasıl” sorusu elde ettiğiniz başarıları aklar, henüz aklandığı ispat edilememiş başarılar bir gün mutlaka sorgulanacaktır.
Şimdi başarılarınızı “nasıl” kazandığınızı bir daha düşünün. Eğer kurallara, etiğe uyuyorsa, üslubunuz vicdanınızı rahatsız etmiyorsa sizden iyisi yok, ancak bir başka (üstelik de masum) sisteme/kişiye zarar veren veya ileride verebilecek, o anda size başarı sağlarken, ileride başkaları için büyük felaketlere yol açacak ise, bilin ki bir gün bir yerde, birileri size “Nasıl” sorusunu soracaktır.
Farklı Kültürlerle çalışma şansını yakalamış biri olarak gördüm ki Doğudan Batıya gittikçe “Nasıl” olmalı? sorusuna verilen cevaplar oldukça değişebiliyor. İçinde bulunduğumuz Ortadoğu kültüründe, yaşa ve cinsiyete göre davranışlar ve tepkiler bariz bir şekilde değişebilirken Batıda bu değişim minimuma inmekte, sonuçları kestirebilmek daha da kolay olmaktadır. Biz de ise suya atılan taşın dalga yaratması misali dalgaların nerelere çarpıp nasıl döneceğini kestirebilmek için mantığın ötesinde tecrübe ve öngörü gerekmektedir.
Liderlik, yönetim ve operasyonel süreçler açısından bakıldığında, sürdürülebilir başarıyı sağlayan şey “nasıl” yaptığınızdır. Aynı hedefe ilerleyen iki şirketten biri yolda tökezlerken diğeri büyüyorsa, aradaki fark yönetim modeli, süreç disiplini ve icra kabiliyetindedir. Ancak “Ne” yapıldığı da önemlidir. Şayet baştan yanlış bir hedef seçilmişse, nasıl yapıldığı önemsizleşir. Bataklığa altın köprü kurmanın bir anlamı yoktur.
Yani asıl mesele önce “Ne”yi doğru belirleyip sonra “Nasıl”ı kusursuz hale getirmek.
Bir şirketin elinde en iyi fikirler, en doğru projeler olabilir. Fakat uygulama kusurluysa, sonuç hüsran olur. Rakipleriniz de aynı işi yapıyor olabilir ama sizden daha verimli, daha hızlı ve daha disiplinli hareket ediyorlarsa, piyasanın kazananı onlar olacaktır. Strateji haritadır, ancak yürüyüş şekliniz sizi hedefe ulaştırır. İnovasyon ve Rekabette, aynı ürünü üreten iki firmadan biri başarırken diğeri batıyorsa, farkı yaratan nasıl yaptığıdır. Kültür ve Liderlikte, Aynı hedefe giden iki şirketten biri sürdürülebilir olurken diğeri parçalanıyorsa, fark yine nasıl yönetildiğidir.
Gerçek dünyada farkı yaratan unsur çoğu zaman nasıl uygulandığıdır. Yanlış hedefe doğru mükemmel yürümek de anlamsızdır. Önce “Ne” yapılacağı doğru tanımlanmalı, ardından “Nasıl” yapılacağı mükemmelleştirilmelidir. İkisinden biri eksikse, sonuç başarısızlıktır.
İlk aşamada ne yaptığınız belirleyicidir. “Ne” stratejik yönü belirler. (Bir bebeğin önce yürümesi, sonra dengeli ve güçlü adımlar atmayı öğrenmesi gibi.) Şirketler de önce doğru alanı seçmeli, sonra o alanda kusursuz yürümeyi öğrenmelidir. Böylece nasıl yaptığınız sizi diğerlerinden ayıran, başarıyı getiren unsur olur. Başarılı şirketler, ikisini de doğru yapabilenlerdir. İnsan ilişkilerinde de sadece ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz sizi etkili kılar. Bir insan önce ne söylemesi gerektiğini öğrenmeli, sonra bunu nasıl söylemesi gerektiğini kavramalıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.