Öğrenmenin yolu hikayeleştirmeden mi geçiyor,yoksa oyunlaştırmadan mı?

Tarih

Başarmak için alışılanı aşmak gerek. Eskisi gibi kitapları açalım, defterlere yazalım, sunumlar hazırlayalım devri hemen hemen sona erdi. Hatta podcast dinleyelim, video izleyelim de köhneleşti. Şimdi hikayeleştirme ve oyunlaştırma öğrenmenin yeni yolu…
Hikaye bu ya; memleketin birinde bir gün bir pazar kurulmuş, herkes her şeyi satmak için tezgah açmış. Pazarın tek kuralı varmış; yenisini almak için kendine ait bir şeyden vazgeçmekmiş. Kural şuymuş; mavi gözleri olsun isteyenler kendi ela, yeşil, siyah ya da her ne renkse kendi gözlerinden vazgeçecekmiş. Sarışın olmak isteyen de siyah, kumral, kızıl artık her ne renkse saçını feda edecekmiş. Bu pazar çok büyük ilgi görmüş; kilosunu beğenmeyen daha ince beden almış, boyunu beğenmeyen daha uzun boylar arasından istediğini seçmiş. Herkesin mutlu olduğu ve istediğine kavuştuğu pazarın bitmesine yakın tezgah sahiplerinden biri demiş ki “yahu hiç akıl soran olmadı, sizde oldu mu?” Bir başka pazarcı atılmış, “bana da soran çıkmadı”. Üçüncü, beşinci, onuncu ne kadar pazarcı varsa bu konuşmaya katılmış. Hiçbirine akıl sorulmadığı anlaşılmış. Herkesin kendi aklından vazgeçemediği anlaşılmış.
Daha iyi akıl arayan çıkmamış!
Günümüzde de tıpkı bu pazara benzeyen bir dünya var. O dünyada yaşıyor, o dünyada nefes alıyoruz. O dünyada seviyor, o dünyada başarı peşine düşüyoruz.
Herkesin beğenmediği bir yanı var, ne pahasına olursa olsun onu değiştirmek istiyor. Boyunu, kilosunu, ağzını, burnunu, saç veya göz rengini değiştirmeyi arzu edenler ve bu konuda girişimde bulunanlar sayılamayacak kadar çok olsalar da aklını değiştirmek isteyene bugün de hemen hemen hiç rastlanmıyor.
Bu, çok enteresan bir durum.
Neredeyse her şeyini değiştirmek isteyen insan, bir tek aklından memnun olabilir mi? Ne işle uğraşırsa uğraşsın insan insanı beğenmezken, her fırsatta kendisinden çok memnun olduğunu açıkça ortaya koyuyor, kolaylıkla dile getiriyor.
Okullardaki öğreniciler, öğreticilerininki beğenmiyor. Çalışanlar yöneticilerinin aklına burun kıvırıyor, kendininkine toz kondurmuyor. Çocuklar da ebeveynlerinin söylediklerine itiraz ettikleri gibi ne annelerinin babalarının akıllarını beğeniyor ne de fikirlerini. Herkes varsa yoksa “benim aklım, en iyisidir” dünyasında yaşamayı seçiyor.
Hani “akıl akıldan üstündü!”
Geçmişin atasözlerinden olmasa da genel kabul gören deyişlerden biriydi. İçinde saklı bir mütevazilik ile öğrenme ve esas olarak da başkalarını takdir etme anlayışını barındırırdı. Günümüzde eser kalmadı!
Bu durum da ister istemez didaktik yaklaşımın neredeyse egemen olduğu eğitim sürecini etkiledi. Kimse kendisine bir başkasının öğretmesinden ya da bir başkasından öğrenmekten hoşlanmıyor. Usta-Çırak ilişkisi de öğreten-öğrenen kanalı da bu yüzden kurudu, kurumak üzere…
Oysa ortada öğrenilmesi gereken konular var ve bunların önemlice bir bölümü de zamana karşı öğrenilmesi gerekiyor. Şöyle bir düşünün; bir yaşında öğrenilecekler 5 yaşına bırakılabilir mi? İlkokulda okunan konular üniversite yıllarına ertelenebilir mi? İş yaşamının başında edinilecek beceriler profesyonel yaşamın yirminci veya otuzuncu yılına sarkıtılabilir mi?
Hayır…
Hatta kocaman bi’HAYIR!
Yeni kavramlar belki de yeni yöntemler gerekiyor…
Günümüzdeki bu tablo öğrenme ve öğretme konularında yepyeni kulvarlar açıyor. Burada karşımıza iki yeni kavram belki de yöntem çıkıyor; #hikayeleştirme bunlardan biri #oyunlaştırma ise diğeri.

Storytelling ya da yaygın adıyla hikayeleştirme, bilgileri hatırlanması çok kolay hikayeler yoluyla anlatmak, karşıdakine aktarmak demek. Bu yöntem, markaların ürün ve hizmetlerini akılda kalacak hikayeler ile anlatması anlamına da geliyor. Duygulara hitap etmek işin püf noktası ve giderek iş dünyasında daha da yaygınlaşıyor. Ürün ya da hizmet detayları yerine yarattığı algı ve hissiyat öne çıkıyor.

Ayakkabı üreticisinin ayakkabı yerine sporcu ruhu, meşrubat şişeleyicinin içecek yerine eğlenceye kapı açması gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hikayeleştirmede karakteri, olay örgüsünü, tema gibi unsurları bir derstekinden ya da reklam içeriğindekinden çok daha baskın olarak görmek mümkün. Bu da bilgi diyorsak “öğrenme”, ürün ya da hizmet diyorsak “marka tercihi” anlamına geliyor.
Peki diğer kulvardaki oyunlaştırma, nam-ı diğer #gamification ne?
Oyun ile alakalı olmayan bir alanda, söz gelişi aritmetikte, bilginin oyun tasarımlarına entegre edilmesi anlamına geliyor. Kişinin öğrenme sürecinde en çok karşılaşılan dikkat dağılması gibi meselelerin kolaylıkla by-pass edilmesini sağlıyor. Başarının ödüllendirilmesi de sürecin bir sonucu oluyor. Bu yöntem de iş dünyasında da her geçen gün artan bir ilgi görüyor.
Her ikisinin de bugün güçlenmesinin, geleceğe de damga vuracak olmasının sebebi; katılımcıların geri bildirimleri sıklığı ve eksikliklerin hatta boşlukların hemen doldurulabilir olması.
Boşuna demiyorum eğlenerek öğrenmek, öğrenirken eğlenmek gibisi yok diye…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Gösterişsiz zerafetin yeni yolu: Sessiz Lüks!

Günümüz iş dünyasında ve günlük yaşamda “lüks” kavramı sadece...

Çalışan ruh sağlığı ve mutluluğu İK’da refah programları

Çalışan Ruh Sağlığı ve Mutluluğu: İK’da Refah Programlarıİş dünyasında...

Markaların koku ile sadakat yaratma stratejisi 

Kokular hayatımızda çoğu zaman fark etmeden iz bırakan, duygularımıza...

Şirketler Neden Batar?

Şirketlerin hikâyesi çoğu zaman büyük hayallerle başlar. Kurucular vizyon...