Pencere Önü Çiçekleri

Tarih

Japonya’da orta yaşını aşmış kıdemli çalışanlara “pencere önündeki çiçekler” deniliyor. Bu ülkedeki şirketlerde iktidar, öncelik ve prestij ofislerin merkezlerinde konumlanıyor. Belirli bir yaşa gelenler ile yeteneklerini geliştiremeyenler ise merkez dışına pencere önlerine gönderiliyor. Pencere önleri ise kışın soğuk yazları ise sıcak oluyor.
Batı kültüründe ise kariyer platosu (Belirli bir dönemde kariyer sürecindeki durağanlığa, yetenek, eğitim ve beceri eksikliğine, yatay ve/veya dikey pozisyonların dolu olması gibi sebeplerle çalışanın kariyerinde ilerleyemediği durum) olarak isimlendirilen bu kavram birçok orta yaş çalışanının başına gelen ve nasıl baş edeceği pek bilemediği bir kavramdır. İş yerindeki artık daha fazla yükselemeyeceğini düşünen aynı görevi uzun süre yapmaya devam eden çalışanlar farkında olmadan bu platoda motivasyonunu kaybetmiş, umutsuz ve amaçsız bir ruh haline bürünebilirler. Bir de buna orta yaş krizi eşlik ettiğinde özel hayat ve iş hayatında birlikte hissedilen çaresizlik depresyona, kariyerinde başarısız olduğunu hisseden kişilerde psikolojik (agresiflik, düşmanlık, kızgınlık, stres vb.) ve fiziksel sağlık sorunlarına (sindirim bozuklukları, uykusuzluk vb.) neden olabilmektedir.
Kariyer basamaklarını çıkmak bir piramide tırmanmaya benzer. Zirveye doğru çıktıkça her adımda (kademede) buraya ulaşanlara daha az yer vardır ve zirvede tahtta ise sadece bir kişi oturabilmektedir. Çalışmaya hayatına girildiğinde aslında 25-30 yıllık bir yolculuk başlamıştır. Başlarda gençliğin verdiği güç, çalışma hırsı ve motivasyonla geçen ilk yıllardan sonra ister istemez, beklentilerin karşılanamadığı bir sürece girilir. Bu durumda çalışanlar, departman hatta şirketlerini değiştirerek bu tempodan ve yarıştan kopmak istemezler. Ancak bir dönem gelir ki çalışanların birçoğunun başlarına geldiğinde ne yapacaklarını pek de bilemedikleri meşhur “Kariyer Platosuna” ulaşırlar. Kırklı yaşlarda saçlara ak düşmeye başladığında karşılaşılan bu durum aslında bir kariyer kavşağıdır. Bu noktada ister çalışan, ister kendi işinin başındaki patronlar olsun bu süreci yönetip sarmaldan çıkarak kariyerlerine daha da başarılı bir şekilde devam ederler yada durağanlaşarak içine düştükleri mutsuzluk girdabında emeklilik günlerini planlamaya başlarlar. İnsan kaynakları departmanları, sorumlulukların genişletilmesi, iş zenginleştirme, iş açıkları konusunun örgütte duyurulması, dış eğitim maliyetlerinin karşılanması, tatil ve izinler, sürekli örgüt içi devam eden eğitim programları ve kendi kendine eğitim ile çalışanların bu sarmaldan çıkmalarına destek olmaya çalışmaktadır.
Bir dönem benimde başıma gelen daha adını bile bilmediğim ama her geçen gün baskısını daha çok hissettiğim bu süreçten çıkmak ve ne olduğunu anlamam zamanımı aldı. 20 yıldan fazla kesintisiz çalıştığım şirketimden ayrıldıktan sonra yaklaşık bir yıl aktif iş hayatına ara verdim. Birçok arkadaşım benim sıkıntılı bir dönem geçirdiğimi düşünürken aslında benim için çok keyifli, orta yaşına gelmiş olan kendimi anlamaya, kendi isteklerimi önceliklendirmeye başladığım bir dönem oldu. Nelerin beni mutlu nelerin ise mutsuz ettiğini daha net anlamaya başlamıştım. Daha sonra keyifle yapmaya başladığım eğitim ve danışmanlık yolunu tercih ettim. Her danışmanlık ve eğitim yepyeni şirketler ve insanlarla tanışmamı sağlıyor aslında eğitim verirken öğrenmeye de devam ediyordum. Yılların verdiği yorgunluğu bu şekilde bertaraf etmiştim. İşler daha çok proje bazlı olduğu için yeknasaklaşmadan başka bir proje başlıyor ve heyecan devam ediyordu. Çalışma ritmimi de kendim belirleyebiliyordum. İstediğim zaman bir süre ara verirken heyecan duyduğum projelerde saat kavramı kalmadan çalışabiliyordum. Para çok önemli bir motivasyondur ama her zaman birinci önceliğimiz olmayabilir. Belirli bir yaştan sonra keyif aldığım işi yapmayı tercih etmek yeri geldiğinde yıllarca özümsediğin konuları herhangi bir art niyet olmadan paylaşmak bana çok iyi gelmişti. Şu anda geliştirdiğim hibrit modelde çalışmayı daha kaç yıl sürdürebilirim diye düşünmüyorum çünkü yaptığım işten zevk alıyor, kendimi geliştirmeye ve öğrenmeye devam ediyorum.
Pencere önüne koyulan çiçek olmaktan çıkıp, saksısını kendisi istediği yere götüren ve istediği çiçeği yetiştiren bir bahçıvan olan kendime emanet ettim kendimi. Her mevsim çiçek açan her mevsim mutlu olan……

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.