Bir zaman gelir… Dışarıda aradığın her şeyin izine önce kendi içinde rastlarsın. Kök ararsın, yön ararsın, ait hissedeceğin bir yer istersin. Ama sonra fark edersin ki, sahip olduğun en gerçek yer… Sensin.
Bu dünyada pek çok şey değişir. Adresler, ilişkiler, roller, hatta düşünceler bile. Ama eğer kendinle bağını sağlam kurmuşsan, değişimin içinde dağılmak yerine dönüşebilirsin. Bu bağ, seni ait hissettiren en derin yer haline gelir.
Aidiyet… Genelde bir yere, bir kişiye ya da bir gruba ait olma hali olarak tanımlanır. Ama asıl mesele, önce kendine ait olabilmek. Çünkü kendine ait hissetmeyen biri, dış dünyada da kalıcı bir yer edinemez. Aidiyet, dışsal bir çerçeveden çok, içsel bir zemin işidir.
Günümüzde pek çok insan, sadece kabul görmek ya da sevilmek adına, kendisini inkâr etme pahasına bir yerlere ait olmaya çalışıyor. Oysa kendini kaybederek kurduğun hiçbir bağ gerçek bir bağ değildir. Gerçek bağlantı, sen kendin olarak kaldığında başlar.
Sormak istediğim ve içtenlikle cevaplanması gereken bir soru var.
Hikâyeni kim yazıyor?
Bu soru, çağımızın en önemli sorularından biri. Çünkü insanlar kendi hikâyelerini yaşamaktan çok, başkalarının yazdığı senaryolara göre yaşamaya başladı. Sosyal medyada izlenen hayatlar, kültürel beklentiler, ebeveyn yansımaları… Hepsi birer gölge karakter haline geliyor.
Oysa senin dünyaya gelişin tesadüf değil. İçinde yalnızca sana ait olan bir hikâye var. Her acında, her başarında, her düşüşte bu hikâye biraz daha şekilleniyor. Kendi hikâyene sahip çıkmak; geçmişini onurlandırmak, bugününe sorumlulukla yaklaşmak ve geleceğini bilinçle inşa etmek demektir.
En güçlü hikâyeler, kimsenin duymadığı ama kişinin kendine fısıldadığı o sessiz anlarda yazılır.
Tarihte büyük değişimlere öncülük etmiş pek çok insan vardır ki, onları farklı kılan şey; dış dünyanın dayattığı rolleri değil, kendi iç seslerini takip etmeleri olmuştur. Kendi hikâyelerine sahip çıkmaları, yalnızca bireysel zaferler değil, kolektif uyanışlar da doğurmuştur.
Nelson Mandela, yıllarca hapiste tutulmasına rağmen özgürlüğün ve barışın sesi olmaktan vazgeçmedi. Hikâyesine sahip çıkması, yalnızca Güney Afrika’yı değil, tüm dünyayı etkiledi. O, “kendi içindeki ışığı kabul eden” bir bireyin, neleri dönüştürebileceğinin sembolüdür.
Frida Kahlo, yaşadığı fiziksel acılara ve sosyal normlara rağmen kendi benliğini ve duygularını tuvale cesurca yansıttı. Onun hikâyesi, bedenin sınırlarına rağmen ruhun özgürlüğüne nasıl ulaşabileceğimizi gösterdi.
Mevlânâ, hayatının en büyük kırılma anında, Şems’in kaybında içsel bir dönüşüm geçirerek, şiirlerle ve fikirlerle evrensel bir hikâyeye imza attı. Acısını bastırmadı; dönüştürdü ve dünyaya rehber oldu.
Bu örneklerin ortak noktası, hepsinin kendi gerçeklerine sahip çıkmaları… Ve bu sahiplenişin, zamanın ötesinde ilham olması. Çünkü insan, kendi öz hikâyesine döndüğünde, evrensel dile katkı sunar.
Doğada her şey zamanı geldiğinde olur. Ne bir çiçek zorla açar ne de bir meyve erken düşer. İnsan da doğanın bir parçasıysa, içindeki dönüşümleri aceleye getirmemeli. Kendini tanımak, sevmek, kabul etmek ve büyütmek bir süreçtir. Kendi toprağında sabırla beklemeyi gerektirir.
Önceki yazılarımdan birine konu olan “bambu hikâyesini” hatırlayanlar olacaktır, tam da bu durumun özünü ifade eder.
Bambu tohumu ekildikten sonra ilk birkaç yıl boyunca hiçbir büyüme göstermez. Toprağın altında kök salar, derinleşir, güçlenir. İnsanlar bu süreçte “hiçbir şey olmuyor” zanneder. Ama sonra bir anda, birkaç hafta içinde metrelerce yükselir. Oysa görünmeyen o yıllar, aslında en çok çalışılan yıllardır.
Tıpkı senin gibi…
Sen de bazen dışarıdan hiçbir şey olmuyormuş gibi görünürsün. Ama içinde dönüşüyorsun, güçleniyorsun, derinleşiyorsun. Ve bir gün, zamanı geldiğinde… Tıpkı bambu gibi hayatın filizlenir. O yüzden sabret. Çünkü toprağın altında kazanılan zafer, en sağlam olandır.
Hayat dalgalı bir deniz gibi… Bazen uzaklara açılırsın, bazen kıyıya çarparsın. Ama bil ki, en güvenli liman sensin. İçindeki ev… Orası her zaman sana açık. Ne zaman kendini kaybolmuş hissetsen, hikâyeni hatırla. Çünkü hikâyeni hatırladığında, yönünü de bulursun.
Unutma:
Sahip olduğun en gerçek yer: sensin.
Kendine döndüğünde, dünya seni bekler.
Sahip Olduğun En Gerçek Yer: Sen
Tarih