Sanal alışveriş” alışverişe çıkmak terapidir” söylemini bitirdi mi?

Tarih

Sanal alışverişin hayatımıza nasıl girdiğini düşününce, bazen zaman makinesiyle geçmişe gitmiş gibi hissediyorum. Eskiden “Alışverişe çıkmak terapidir” demek çok yaygındı. Bir gün işten yorgun dönmüşsün, her şey kafanı karıştırıyor, içinden bir ses “hadi dışarı çıkalım, biraz alışveriş gezisine ne dersin?” diyor. Oysa artık alışveriş de evin içinde yapılıyor ve bu sefer “terapi” kelimesi yerine belki “bağımlılık” ya da “kararsızlık krizi” gibi kavramlar geliyor aklıma.
Geçtiğimiz yıllarda sokaklarda alışveriş çantalarıyla dolanan insanlar vardı. Mağazalara girip çıkan, vitrinlere bakan, bir süreliğine gerçek hayattan kopan ama aslında o esnada kendine daha çok odaklanan insanlar… Bugünse telefonu açıyoruz, uygulamalar açılıyor, birkaç dokunuşla her şey sepete giriyor. Ve bir anda fark ediyorsun ki, sen sadece alışveriş yapmadın; aynı zamanda biraz da boşaltmış oldun. Çünkü seçim süreci bile eskisi kadar keyifli değil. Artık her şey çok hızlı, çok kolay, çok fazla. Ne istediğini bilmeden bile sipariş verebiliyorsun çünkü “benzerlerini alanlar bunları da beğendi” yazısı zaten senin yerine karar veriyor.
“Alışverişe çıkmak terapidir” söylemi, insanların stresle baş etme biçimlerinden biri olarak doğmuştu. İnsan dışarı çıkıyor, yeni bir ortama giriyor, farklı enerjilerle temas kuruyordu. Bu enerji alışverişi, alışverişin sadece malzeme değil, ruh meselesi olduğu anlamına geliyordu. Ama şimdi alışveriş tek tıkla yapılıyor. Vitrin yok, mağaza yok, satış elemanı yok, hatta bazen paketin eline ulaşması bile birkaç gün sürüyor. O yüzden terapiye benzeyen şey, alışveriş değil, tam tersine sürekli “sipariş takibi” yapmak oluyor. “Ne zaman gelir?”, “Nerede kaldı?”, “Kayboldu mu acaba?” gibi sorularla geçen günlerde ne terapisi ne de keyfi alışverişten söz edebiliriz.
Bir de düşünün ki, eskiden alışveriş yapmak için öncelikle bir plan gerekiyordu: hangi mağazaya gideceğin, saat kaçta çıkacağın, hatta hangi arkadaşınla buluşacağın gibi. Bu planlama bile insana bir tür disiplin kazandırıyor, günlük yaşamın monotonluğunu bozuyordu. Şimdi ise sabah kalkıyorsun, telefonu eline alıyorsun, 10 dakika sonra siparişin verilmiş oluyor. Her şey çok kolaylaştığı için, hem daha az değerli geliyor hem de daha çok tüketmeye yöneltiyor bizi. Terapi olması için alışverişin sadece fiziksel değil, duygusal bir yolculuk da sunması gerekmez mi?
Sanal alışverişin getirdiği konforun yanında kaybettiğimiz şeyleri saymaya başlayınca liste uzadıkça uzuyor. Vitrinlere bakarken aniden fark ettiğimiz bir parça, karşıdan gelen başka bir müşteriyle karşılıklı gülümsediğimiz an, mağazada deneyip beğenmediğimiz ama başka bir şeyi bulduğumuz tesadüfler… Hepsi yavaş yavaş silindi. Artık ekranda “önerilen ürünler” var, algoritmanın bizi tanıdığı fikriyle seçilen öğeler. Ama burada önemli bir noktayı atlıyoruz: algoritma duygularımızı, o andaki ihtiyacımızı değil, geçmiş davranışlarımızı okuyor. Yani aslında biz değil, bizim geçmiş versiyonumuz üzerinden hareket ediyor. Bu da alışverişin kişisel ve spontane niteliğini kaybetmesine neden oluyor.
Elbette bu dönüşümün tümüyle olumsuz olduğunu da söylemek doğru olmaz. Özellikle pandemi döneminde sanal alışveriş, sosyal mesafe kuralına rağmen yaşamın devam etmesini sağlayan bir lif haline geldi. Kimsenin dışarı çıkmaması gerektiği dönemlerde, bu sistem sayesinde ihtiyaçlarımız karşılandı, ekonomi durmadan devam etti. Ancak bu sistemin sadece pratiklik değil, bazı psikolojik sonuçları da beraberinde getirdiğini unutmamak gerekiyor.
Bugün gençler arasında “alışveriş yaparak mutlu olmak” hâlâ geçerli ama bu kez mutluluğun süresi daha kısa. Çünkü her şey çok hızlı geliyor, çok fazla seçenek var, başka bir şeyin daha iyi olabileceği düşüncesi hep kafamızda kalıyor. Bu da “Acaba daha iyisini bulamaz mıyım?” kaygısını doğuruyor. Oysa önceki yıllarda bir ürün alındığında, onunla bir süre mutlu olunabiliyordu. Çünkü araştırmalar, görüşmeler, karar verme süreci daha uzundu ve bu süreçte zaten ürünü benimsemiş sayılıyorduk.
Tamam da “Alışverişe çıkmak terapidir” söylemi, sanal alışveriş çağında tamamen geçerliliğini yitirdi mi? Bence tamamen değil. Hâlâ bazı insanlar için fiziksel alışveriş, özel bir ritüel. Belki haftanın belli günü, belki bir arkadaşla yapılan küçük bir gezi olarak hayatta kalıyor. Ama genel anlamda bu terapi, başka formlar almaya başladı. Sanal alışverişin verdiği haz, farklı ama daha yüzeysel. Daha çok “şimdi”ye hitap ediyor. Daha az “gelecek” ya da “hatıra” içeriyor.
Teknoloji her alanda olduğu gibi alışveriş dünyasını da kökten değiştirdi. Fakat bu değişimi değerlendirmemiz gerektiğinin farkında olmalıyız. Alışverişin keyfini yaşayabilmek için bazen telefonu kapatıp dışarı çıkmak, vitrinlere bakmak, rastgele bir sokakta kaybolmak da gerekebilir. Çünkü terapi olmasının nedeni alışverişin sonucu değil, süreciydi aslında. Ve bu süreci yeniden keşfetmek, belki de modern dünyada kendimize yeniden tanışmak için küçük adımlar atabileceğimiz bir yol olabilir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.