Şimdi’nin sanatı: Zen ve farkındalığın gücü

Tarih

Her gün milyonlarca düşünce zihnimizden geçip gidiyor. Dün söylediklerimiz, yarın yapacaklarımız, yetişmeyen işler, kurduğumuz hayaller… Sanki bir tren istasyonunda durmaksızın geçen vagonları izliyoruz ama hiçbirine tam binemiyoruz. Birçoğumuz, hayatın akışını ya geçmişin gölgelerinde ya da geleceğin kaygılarında tüketiyoruz.
Peki ya asıl mucize, gözümüzün önünde, unuttuğumuz yerde duruyorsa? Belki de en büyük sanat, geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin endişelerinden sıyrılıp sadece şimdiyi yaşamaktır.
Bugün cep telefonlarımızla tek tuşla dünyanın öbür ucuna bağlanabiliyoruz ama aynı zamanda kendi içimizden kopuyoruz. Bildirimler, mailler, sosyal medya akışları… Hepsi zihnimizi sürekli “bir sonraki şeye” hazırlıyor. Henüz mevcut işi bitirmeden diğerine koşuyoruz. Bu da bizi anda olma becerisinden uzaklaştırıyor.
•Zihin dağınıklığı: Gün içinde onlarca kez dikkatimizi kaybediyoruz.
•Kaygı sarmalı: Bitmeyen “yarın ne olacak” sorusu içsel huzuru kemiriyor.
•Anlam eksikliği: Anı yaşayamadığımız için yaptıklarımızın tadını çıkaramıyoruz.
Kısacası modern yaşam, sürekli bir “sonraya hazırlık hali” yaratıyor. Yolda yürürken bir anı fotoğraflıyoruz ama o anın kendisini yaşamıyoruz. Sohbet ederken aklımız bildirimlerde kalıyor. Bir işe odaklanırken gelecekteki başka bir işin ağırlığını taşıyoruz.
Hatırladığım bir çalışma var, beynin anıları nasıl depoladığı ve hafızaya atma şekline dayanan. Zihnimizde yer alan bu anılar mevcut yaşanan deneyim içindeki ses, görüntü, koku vb. duyumları beynin farklı alanlarında depolandığını ve kişi tarafından hatırlanan bir deneyim halinde ise bu parçaların birleşerek geçmişte yaşanmış deneyimi hatırlanan bir anıya çevirdiği ile ilgili. Dolayısıyla herhangi bir eylem durumunda, o eyleme dair farkında olunan duyumların hatırlanma halinde daha kalıcı olacağını düşündürüyor bana.
Son dönemlerde popüler bir kelime haline gelen ve önemininde yeteri kadar anlaşılmadığını düşündüğüm “Akışta” olma hali gerek zihinsel koordinasyon getirisi, gerekse de devamlı tüketim halinde olduğumuz zamana karşı olan cömertliğimizi azaltabilme potansiyelinden dolayı önemli buluyorum.
Eckhart Tolle “ Şimdinin Gücü “ kitabında şöyle der:
“Derinlemesine şunu kavra: Şimdiden başka zaman yoktur. Yaşam her zaman şimdidedir.”
Tolle, bu cümleyle aslında şunu söyler: Geçmiş, bir hafıza izinden ibarettir; gelecek ise yalnızca bir hayaldir. Gerçek yaşam deneyimi daima şu an, şu saniyede olur
Zen Budizm’i de bize burada benzer mesajı verir: “Anda kal.” Zen ustaları için çay içmek, sadece çay içmektir; yürümek, sadece yürümektir. Yani sıradan eylemleri olağanüstü yapan şey, onların farkındalıkla yaşanmasıdır. Bir Zen hikâyesinde usta der ki: “Yürüdüğümde yürürüm, yemek yediğimde yemek yerim.” Çırak şaşırır: “Ama herkes bunu yapıyor!” Usta gülümser: “Hayır, çoğu insan yürürken geleceği, yemek yerken geçmişi düşünür.”
Günlük hayatımızda daha fazla mevcudiyet içinde olabilmek veya Usta’nın söylediği gibi yürümekten bile keyif alabilir halde eylemlerimize yön verebilmek için biz neler yapabiliriz.

  1. Tek Eylem Disiplini (Zen)
    Zen öğretisi bize şunu hatırlatır: Aynı anda birden fazla şey yapmak, aslında hiçbirini tam olarak yapmamak demektir. Çay içerken e-postaları kontrol etmek, yemek yerken telefonu karıştırmak zihni parçalar. Oysa tek eylem disiplini, yaptığın işi tam bir farkındalıkla yapmak demektir. Kahveni içerken sadece kokusunu, tadını, sıcaklığını hisset. Böylece en sıradan an bile zenginleşir.
  2. Nefese Dön (Zen & Tolle)
    Nefes, zihnin doğal çapasıdır. Ne zaman dikkatin dağılsa, kaygıların yükselse veya zihnin hızlansa, sadece üç derin nefes almayı dene. Burnundan derin bir nefes al, birkaç saniye tut, sonra yavaşça ver. Bu pratik, bedenini gevşetirken zihnini de “şimdi ”ye çeker. Eckhart Tolle’nin de vurguladığı gibi, nefesle kalmak anı hatırlamanın en kolay yoludur.
  3. Zihinsel Etiketi Bırak (Tolle)
    Zihin her olaya anında bir etiket yapıştırır: “iyi”, “kötü”, “sıkıcı”, “zorlayıcı.” Bu yargılar bizi gerçeğin kendisinden koparır. Tolle’nin önerdiği pratik, olayları yargısızca gözlemlemektir. Yağmur yağdığında şikâyet etmek yerine sadece “yağmur yağıyor” diyebilmek… Böylece zihnin yükünü azaltır, hayatın doğal akışını daha saf bir şekilde deneyimlersin.
  4. Duyulara Tutun (Zen)
    Anda kalmanın en güçlü yollarından biri duyuları kullanmaktır. Yemeği yerken lokmanın tadına odaklan, yürürken toprağın kokusunu fark et, sohbet ederken sesin tonunu dinle. Duyular, zihni geleceğe veya geçmişe kaçmaktan alıkoyar, seni yeniden ana getirir. Zen rahiplerinin bahçede yürürken sadece ayaklarının sesine odaklanması bu yüzden bir meditasyondur.
  5. Düşünceleri Seyret (Tolle)
    Tolle, “Sen düşüncelerin değilsin; onların farkında olan kişisin,” der. Bunu uygulamak için zihninde beliren düşünceleri bir gökyüzünde geçen bulutlar gibi izle. Onlarla özdeşleşmeden, gelip geçmelerine izin ver. Kaygı, öfke veya huzursuzluk geldiğinde, “Ben bu duygunun farkındayım” demek bile seni onun kölesi olmaktan çıkarır.
  6. Küçük Ritüeller Yarat (Zen)
    Zen’de en sıradan işler bile ritüele dönüşür. Çay demlemek, odunu kesmek, bahçeyi süpürmek… Hepsi farkındalıkla yapıldığında içsel huzura açılan kapıdır. Sen de gündelik hayatında küçük ritüeller yaratabilirsin: Sabah kahveni sessizlikte içmek, masanı toplarken yavaş hareket etmek, uyumadan önce kısa bir nefes farkındalığı yapmak. Bunlar, zihni şimdide tutmak için eğitir.
    Zen’in sadeliği ve Eckhart Tolle’nin öğretileri birleştiğinde, gündelik hayatımız bir meditasyona dönüşebilir. Çünkü “anda kalmak” büyük bir tören gerektirmez; çoğu zaman küçük farkındalıklarla başlar. Ve belki de gerçek huzurun sırrı, tam da bu küçük anların içinde saklıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.