Teknoloji Modaya Yön Veriyor

Tarih

Bir akşam baba koltuğuna kurulmuş telefonumdan maillerimi okurken göz ucuyla da robot süpürgenin odanın köşelerinde dolaşmasını izliyordum. Çalışkan bir karınca gibi sabırla odanın köşelerini dolaşırken önüne çıkan koltuğun ısrarla altına girmeye çalıştı. Defalarca denedi ama başaramadı ve sonunda vazgeçip rotasını başka yöne çevirdi. Akıllı robot süpürge bir mobilya karşısında pes etmişti. Hafta sonu Avm’de gezerken meşhur bir mobilya mağazasında gördüklerim ise robot süpürgelerin gelecek savaşları kazandığı yönündeydi. Koltukların ayak boyları uzamıştı. Satıcıya nedenini sordum. Cevabı kısa ve kesin oldu.
“Robot süpürgeler altına rahatça girip temizleyebilsin diye.” Özellikle Y, Z jenerasyonu ile teknoloji dostu orta yaş ve üstü, hayatlarını kolaylaştıracak süpürgelere göre yeni mobilyalarını seçiyorlardı. Robot süpürgelerin daha rahat gezinebilmesi için eski pofuduk kalın halıların yerini ise ince halılar ve kilimler almıştı.
Teknolojiyi şekillendiriyoruz diye düşünürken aslında gelinen noktada, biz fark etmeden, o da bizi şekillendiriyordu. Yaşam alanlarımızın estetiğini, alışkanlıklarımızı, hatta “moda” dediğimiz şeyi belirliyordu. Bu değişim sadece mobilyada değil, tarımda, sağlıkta, mutfakta, şehirlerde, hatta kıyafetlerimizde bile karşımıza çıkıyordu.
Önceden, koltuk alınırken koltuğun ayak boyu ne kadar önemliydi? Eskiden birinci ölçüt, göze hoş görünmesi, konforu ve oturanı rahat ettirmesiydi. Şimdi ise evimizin içinde dolaşan küçük bir makine o kararı veriyordu.
Estetiğin merkezinde artık sadece insan yok, bununla birlikte yaşayan makineler de var. Teknoloji, yaşam alanlarımızın görünümünü adım adım yeniden kurguluyor.
Eskiden tohum avuçla serpilir, traktörün genişliğine göre ekim yapılırdı. Bugünse gökyüzünde dolaşan drone, tarlanın geometrisini çiziyor. Sıra araları artık insanın değil, makinenin geçişine göre ayarlanıyor.
Köylü “Artık toprağı değil, makineleri dinliyoruz” diyor. Bu cümle, tarımın değişen ruhunu net bir şekilde özetliyor. Çiftçinin gözünde moda artık fuarlardaki traktörlerin parlaklığıyla değil, teknolojiye uyum sağlayan ürünlerle tanımlanıyor.
Tohum şirketleri bile bu yeni düzene uyum sağladı. Biçerdöver kolay kavrasın diye sap boyları ayarlanıyor, drone püskürtmesine dayanıklı yaprak yapıları geliştiriliyor. Çiftçi sadece toprağı değil, makineleri dinlemek zorunda kalıyor.
Akıllı tarım uygulamaları sayesinde tarla ve bahçeler drone’lar ve sensörlerle takip edilip, bitkilerin su ve besin ihtiyaçları tam zamanında, doğru miktarda karşılandığında ürün verimliliği artarken, su ve enerji israfı azalabilir. Şehir yakınlarındaki küçük üreticiler, hidroponik ve dikey tarım sistemleriyle sınırlı alanda bile yüksek verim elde edebilir, böylece ürünler taze taze, daha uygun fiyatlarla pazara ulaşır. Orta gelirli ailelerin sofrasına getirilen domates, biber ya da yeşillik, doğrudan teknolojinin bu akıllı uygulamalarıyla uygun fiyatlara alınabilir.
Sensörlerle desteklenen tarımda, hastalık veya zararlı erken dönemde tespit edilip önlem alınabiliyor, bu da üretim kayıplarını minimize ediyor. Bu teknolojik iyileştirmeler, çiftçinin gelirini artırırken, tüketiciye daha sağlıklı, katkısız ve doğal ürünler sunuyor. Mesela, yazın kavurucu sıcaklarında su stresine giren tarlalar, otomatik sulama sistemleriyle canlı tutuluyor, böylece sebze ve meyvelerin kalitesi ve lezzeti korunuyor.
Babadan oğula geçen zarif saatler vardı bir zamanlar, sünnetlerde çocuklara bisiklet veya saat alınırdı. Bugünse bileğimizdeki cihaz, zamanı göstermekten çok kalbimizin ritmini, uyku kalitemizi, attığımız adımları izliyor. Şıklığın tanımı fonksiyonellikle anılmaya başlandı.
Tişörtler, içine yerleştirilen sensörlerle kaslarımızı ölçüyor. Spor ayakkabılar basınç sensörleriyle yürüyüşümüzü analiz ediyor. Sağlık teknolojileri, modanın en derin yerine, bedenimize dokunuyor. Sağlıklı hissettiren artık şıklık yarışında bir adım öne geçiyor.
Eskiden şehir estetiği dendiğinde, meydanlardaki heykeller, kaldırımların düzeni, farklı dönemlerden kalma tarihi eserler akla gelirdi. Şimdi bunların yanı sıra modern heykeller, elektrikli araçların şarj istasyonları kaldırımların köşelerini süslüyor. Otoparkların mimarisi, sokak lambalarının yerleşimi bile bu araçların ihtiyaçlarına göre değişiyor.
Bir otomobil artık sadece bir araç değil, bir yazılım güncellemesiyle karakteri değişen bir moda nesnesi oluverdi. Lüks, motor sesinde değil, sessizlikte ve menzilde aranır oldu. Artık şehrin estetiğini belirleyen sadece tasarımcılar değil enerji mühendisleri de büyük rol oynamaya başladı.
Akıllı telefonların büyüyen ekranları sadece iletişim alışkanlıklarımızı değil, giysilerimizin biçimini de değiştirdi. Pantolon ve ceket cepleri telefonun sığacağı boyutlarda dikiliyor. Moda markalar, yeni koleksiyonlarını “telefon dostu” kesimlerle piyasaya sürüyor.
Çantaların, aksesuarların, hatta kadın elbiselerinin gizli cepleri… Hepsi bir cihazın boyutuna göre şekilleniyor. Yani moda defilesinin arka planında aslında telefon üreticileri oturuyor.
Çocukların sırt çantaları bir zamanlar kitaplarla doluydu. Bugünse dizüstü bilgisayar ve tabletler için özel bölmeler var. Okul sıraları şarj kablolarını saklayacak şekilde yeniden tasarlanıyor. Bazı okullarda öğrenciler, göz sağlığı için özel filtreli akıllı gözlükler takıyor. Eğitimdeki moda, defter kapağının rengi yerine, tablet özelliklerine bıraktı.
Robot süpürgenin uzattığı koltuk ayakları, drone’un çizdiği tarla yolları, akıllı saatin tanımladığı şıklık, elektrikli araçların dönüştürdüğü şehirler, telefonun büyüttüğü cepler, tabletin şekillendirdiği sıralar… Hepsi aynı gerçeği haykırıyor: Teknoloji, modaya sadece eşlik etmiyor; onun yeni tanımını yapıyor.
Moda artık Paris podyumlarında değil, Silikon Vadisi’nin laboratuvarlarında, tarım fuarlarında, sağlık kongrelerinde, enerji zirvelerinde belirleniyor. Geleceğin modası belki de insanla makinenin ortak imzasını taşıyacak.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.