Transformer’a Geçiş ile Bağlam Kuran Yapay Zeka

Tarih

Transformer mimarisi yapay zeka alanında çığır açan bir gelişmedir. 2017’de Google araştırmacıları tarafından “Attention is All You Need” makalesiyle tanıtılmış ve ilk çıktığında çeviri gibi alanlarda kullanılması amaçlanmıştır. Doğal dil işleme alanında devrim yaratmış bir yapay sinir ağı mimarisidir. Bu mimarinin dikkat mekanizması onu daha önce benzer amaçlarla geliştirilmiş mimarilerden ayırır. Transformer dikkat mekanizması sayesinde, bir cümlenin her bir kelimesinin diğer kelimelerle olan ilişkisini aynı anda modelleyebilmekte. Bu, geleneksel yöntemlerin zorlandığı uzun mesafeli bağlamları ve karmaşık bağımlılıkları etkili bir şekilde yakalayabilmelerini sağlıyor.
Transformer’ın bir diğer önemli avantajı, paralel işlemeyi desteklemesidir. Geleneksel sekans tabanlı yöntemler (örneğin RNN ve LSTM), metni sırayla işlerken, Transformer tüm metni aynı anda işler. Bu, özellikle büyük veri setleriyle çalışırken modeli hem hızlı hem de verimli kılar. Modern donanımlar (GPU/TPU) ile büyük bir uyum sağlayarak çok daha kısa sürede büyük ve güçlü yapay zeka modellerinin eğitilmesini mümkün kılar.
Transformer modelleri, genellikle büyük veri setleri üzerinde önceden eğitilir ve bu bilgi başka görevlerde yeniden kullanılır. Bu önyükleme (pretraining) ve transfer öğrenme yaklaşımı, dil modellerini birçok farklı görevde hızlı ve verimli bir şekilde uyarlamayı mümkün kılar. Böylece hazır modellerde kısa bir ikincil eğitim (fine-tuning) sonrasında farklı görevlerde kullanılabilirler. BERT ve GPT gibi popüler modeller, bu yöntemle doğal dil işleme görevlerinde çığır açan başarılarda rol oynamışlardır.
Transformer mimarisinin bir diğer avantajı da esnek yapısıdır. Transformer, farklı dil modelleme ihtiyaçlarına göre kolayca ölçeklenebilir. Küçük ölçekli modellerden (örneğin DistilBERT) devasa modeller (GPT-4) kadar geniş bir yelpazede uyarlanabilir. Ayrıca, çok dilli modeller sayesinde birden fazla dili aynı anda destekleyebilir.
Bu avantajlar transformerları daha önceki teknolojilere teknolojilere göre çok daha etkili kılar. Günümüzde ChatGPT, Claude, Gemin gibi büyük dil modellerinin temelinde tranformerlar vardır.
Transformer modelleri gerçekten çığır açıcı bir teknolojidir, fakat her teknoloji gibi bunların da önemli zayıf yönleri var. En başta, bu modeller operasyon için büyük miktarda kaynağa ihtiyaç duymaktadırlar. Büyük bir GPU gücü gerektiriyorlar ve enerji tüketimleri de küçümsenmez. Düşünsenize, büyük bir modeli eğitmek için milyonlarca dolar harcamak gerekebiliyor. Üstelik bellek kullanımları da metin uzunluğu arttıkça katlanarak artıyor.
Bir diğer önemli sorun, bu modellerin sabit bir “pencere” boyutuna sahip olması. Yani çok uzun metinleri tam olarak işleyemiyorlar. Düşünün, bir roman veriyorsunuz ve model sadece ilk birkaç sayfayı hatırlayabiliyor. Bu da uzun bağlamları anlamada sorunlara yol açıyor.
İlginç olan başka bir nokta da, aynı soruya her zaman aynı cevabı vermiyorlar. Bazen tutarlı olmakta zorlanabiliyorlar. Daha da ilginci, ” halüsinasyon ” dediğimiz bir sorunları var – yani gerçekte olmayan bilgileri sanki gerçekmiş gibi anlatabiliyor. Hem de bunu çok kendinden emin bir şekilde yapıyorlar.
Eğitim verilerine olan bağımlılıkları da önemli bir sorun. Eğitildikleri verilerdeki önyargıları öğrenebiliyorlar ve güncel olmayan bilgiler içerebiliyorlar. Nadir konularda da performansları düşük olabiliyor. Mesela çok spesifik bir konuda soru sorduğunuzda, eğitim verisinde yeterince örnek yoksa zorlanabiliyorlar. En endişe verici durumlardan biri de artık büyük şirketlerin parameter sayısı bile net bilinmeyen modellerini eğitirken kimi zaman kaynağı bilinmeyen veriler kullanmaları. Bu, eğitimlerine tamamen bağlı olan yapay zeka modellerin, art niyetli kişilere karşı daha savunmasız kılabiliyor.
Matematiksel işlemlerde de şaşırtıcı hatalar yapabiliyorlar. Basit toplama işleminde bile bazen yanlış sonuçlar verebiliyorlar. Karmaşık mantık problemlerini çözmekte de zorlanıyorlar. Bu da onları hassas hesaplamalar için güvenilmez kılıyor.
Dil ve kültür konusunda da sınırları var. Bazı dillerde ,özellikle düşük kaynaklı dillerde, diğerlerine göre daha başarısız oluyorlar. Kültürel incelikleri, yerel referansları tam olarak anlayamıyorlar. Bu da özellikle uluslararası kullanımda sorunlara yol açabiliyor.
Etik ve güvenlik açısından da endişe verici yönleri var. Bütün çabalara rağmen zararlı içerik üretme potansiyelleri var ve kötü niyetli kullanıma açıklar. Gizlilik ve veri güvenliği konusunda da riskler oluşturabiliyorlar.
Modelleri optimize etmek de başlı başına bir zorluk. Model büyüdükçe eğitimi zorlaşıyor ve daha çok bilgi gerektiriyor. Bir de kararlarının arkasındaki mantığı açıklamak neredeyse imkansız – derin sinir ağları kara kutu gibi çalışıyorlar.
Tabii bu sorunların çoğu üzerinde yoğun araştırmalar yapılıyor ve sürekli yeni çözümler geliştiriliyor. Ama şu an için bu sınırlamaların farkında olmak, teknolojiyi daha doğru kullanmak açısından önemli. Bu sayede daha gerçekçi beklentiler oluşturup, karşı karşıya olduğumuz riskler hakkında daha büyük bir farkındalık geliştirebiliyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.