Ünvan

Tarih

Takılmayın.
Hani bir hikaye vardır. Üniversite de öğretim görevlisi sınavda tek bir soru sorar.
Neden?
Bütün amfi sayfalarca yazar nedenin cevabını kendince bulmak için.
Sonuç
Ortalama bir sınav puanı alır herkes. Bir öğrenci hariç. O tam puan almıştır verdiği cevap ile. Bomboş sayfanın sol üst köşesine tek bir kelime yazarak birkaç dakika sonra çıkmıştır amfiden.
Çünkü.
Kariyerim boyunca yapmam gereken hangi iş varsa önümde ona uygun bir unvan bulunmuştur her zaman. Ya, üst yönetim gerek görülen göreve uygun olarak bana bunu sağlamıştır ya da kendi kurup yönettiğim işlere uygun olarak kendim uydurmuşumdur.
İlk tanışmalarda her zaman bir kart kullanmak aslında hep fayda sağlamıştır, kendinizi ne iş yaptığınızı ifade etme zahmetinden kurtarmış ve iş nedeni ile orada bulunmanız gereken ortamda konuya hızlı geçiş yapmanızı sağlamıştır.
Hepsi o kadar, gerisi size kalmıştır. Altı doluysa, konuya hakimseniz ve gerisini getirecek bir azme sahipseniz her koşulda işler yürür ve siz süreçten keyif alırsınız. Keyif almıyor musunuz?
O zaman yürüyün gidin. Takılıp kalmayın oralarda.
Yaşım henüz otuzlarında iken profesyonel yöneticilikle geçen kariyerime son verip, yeni bir yapı üzerinde yürümesi gerekliliği nedeni ile o dönem ki şirketim adına kurduğum/kurdurulduğum perakende distribüsyon sistemini hayata geçirmek için kendi adıma yeni bir şirket kurmuştum.
İşin gereği olarak İstanbul Maltepe semtinde bir depo kiralamamız gerekti. Depo gelen ürünleri depolamak için ilk başta tabi ki yeterli kapasiteye ve lojistik imkanlara sahip olmasa da işimizi görüyordu. Bir pazar günü aslında hiç beklemiyorken ardı ardına gelen iki kamyon ürünü boşaltmak gerekmiş ama depocumuz izinli elemanlara o gün ulaşamadığı için nasıl yapması gerektiğini sormak için ailece pazar kahvaltısı yaptığımız sırada bana telefon açmıştı.
Bekle geliyoruz deyip, satış temsilciliğimizi yapan birkaç çalışanımızı arayıp depoda buluşmuştuk. Hep beraber depoya yanaştırdığımız kamyonlardan ürünleri indiriyorduk. O sırada daha önce yönettiğim departmanda yanımda çalışan ve ‘……bey’ sıfatını kullanmadan cümleye giremeyen bir elemanım şirket aracı ile oradan geçerken bana seslenmişti.
Hey Suat …Yeni işin hayırlı olsun. Yakışmış.
Kendince ürün indiren eski müdürünü böyle görünce aşağılamayı tercih etmiş ve kendine pazar keyfi yaratmıştı. O durmadan yoluna devam ederken hepimiz birbirimize bakıp tebessüm ederek yaptığımız işi tamamlayıp hafta sonumuza kaldığımız yerden devam etmiştik.
Bazen düşününce o kadar sistem kurduktan sonra ürün indirmek biraz garip görünse de gerektiğinde her zaman kolları sıvamanın hele ki yeni bir yapıda bunun sık sık gerekli olduğunu bildiğim için halen tebessüm ederek hatırlarım o günleri.
Yıllar geçti o kurduğum iş birkaç şirket haline gelip kendi hayallerimi yaşamama vesile oldu. Sonrasında ne mi oldu. Kimini sattım, kimini kapattım, kimini devrettim ve profesyonel hayata daha iyi koşullarla geri döndüm. Hayat hep bir döngü içerisinde yaşadığımız deneyimlerin o dönem ki getirisi ile ya getiri ya da götürü olarak devam ediyor.
Bazen şah, bazen şahbaz, bazen er, bazen vezir oluyoruz. Grafiklerde olağan olduğu üzere hiçbir zaman yukarı giden bir trend görmeniz mümkün olmuyor. Üstüne bina ede ede giden tek şey aslında yaşımız. İstisnalar dışında gün gelip her şeye yeniden başlamanız gerektiğinde size takılan unvanlara takılı kalırsanız, kendinizde yeniden başlayacak iradeyi asla bulamayacak ya aynı unvan hayali ile yaşayıp kaybolacak ya da bundan vazgeçip yeniden başlayacaksınız her şeye yeni baştan.
Bakın eski biriktirdiğiniz iş kartlarındaki isimlere. Çoğu ya değişmiş ya da tamamlanmış görevleri yansıtır. Ya kişi ya da iş değişmiştir yaşamda sürekli değişen her şey gibi.
Neden değişiyor her şey sürekli?
Çünkü……….

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

En kötü ne olabilir ki?

Geçen hafta bir arkadaşımın “savunma yazısı” nedeniyle yaşadığı kaygı, beni insanların en kötü senaryolara odaklanma eğilmi üzerine düşündürdü. “En kötü ne olabilir ki?” sözü, çoğu zaman bizi korumak yerine potansiyelimizden uzaklaştıran bir düşünce kalıbına dönüşüyor. Oysa olumsuzluklara odaklanmak yerine, onları birer fırsat olarak görmek; hayatı elmas gibi her yüzüyle parlatmak demektir. Tıpkı iyi kesilmemiş bir pırlantanın ışığı yutması gibi, olumsuz düşünceler de yaşam enerjimizi söndürür. Satranç ustası Lasker’in dediği gibi, “İyi bir hamle gördüğünde, bekle ve daha iyisini ara.” Bu, yalnızca stratejide değil, hayatta da geçerli bir bilgelik. Çünkü iyimserlik bir karakter özelliği değil, bilinçli bir seçimdir. Korkunun yönettiği zihni susturup, değerlerimize uygun bir tutum geliştirdiğimizde hem kendimizi hem de hayatı daha net görürüz; işte o zaman ışığımız gerçekten parlar.

İnsanları tanımak için sorular sormak

İnsan kaynaklarının en temel görevi, yalnızca doğru özgeçmişi bulmak değil, insanın derinliklerine inerek doğru kişiyi doğru pozisyona yerleştirmektir. Bu nedenle mülakatlarda sorular, bir bilgi toplama aracı olmaktan çok, adayın karakterini, motivasyonunu ve değerlerini keşfetmeye yarayan birer pusula haline gelir. Açık uçlu, düşünmeye teşvik eden sorular, adayın kriz anlarındaki tutumunu, işine olan yaklaşımını ve kurum kültürüne uyum potansiyelini ortaya koyar. Etkili bir mülakat, mekanik bir sorgudan ziyade samimi bir diyalog sürecidir; iyi dinleyen ve derinleşebilen bir İK profesyoneli, yalnızca yetenekleri değil, kişinin şirketin geleceğine katkı potansiyelini de görür. Sonuçta insan kaynaklarında başarı, doğru soruları sorma cesaretine sahip olmakla başlar; çünkü her iyi soru, doğru insanı bulmanın ve sürdürülebilir başarıyı inşa etmenin kapısını aralar.

Ajan Savaşları

Büyük yapay zekâ şirketleri yeni modellerin beklentilerini artırırken, sektörde ilerleme hızı belirgin şekilde yavaşladı. CEO’lar bu durumu işlemci gücü ve elektrik yetersizliğine bağlasa da asıl sorun, artık internette eğitime uygun gerçek veri bulamamak. Zira içeriğin yaklaşık %40’ı zaten yapay zekâ tarafından üretiliyor ve bu da sistemi “kendi ürettikleriyle” besleyip hatalara açık hale getiriyor. Öte yandan, yeni odak noktası olan yapay zekâ ajanları, yarı bağımsız hareket edebilme yetenekleriyle teknolojide yeni bir dönem başlatıyor. Ancak kullanıcı güveni azalıyor; yanlış bilgi, düşük doğruluk ve üretkenlik sorunları nedeniyle şirketlerin %95’i yatırımlarından dönüş alamıyor. Buna karşın rekabet sürüyor: xAI, Perplexity ve Genspark AI gibi firmalar ajan tabanlı sistemlerini hızla piyasaya sürüyor. Tüm bu gelişmeler, yapay zekânın bir “balon” olsa bile kalıcı etkiler yaratacağını gösteriyor. Bu nedenle dünya çapında “yapay zekâ kırmızı çizgileri” anlaşması çağrıları artarken, Kaliforniya’nın yürürlüğe soktuğu denetim yasası, kontrolsüz teknolojinin doğuracağı risklere karşı umut verici ilk adım olarak öne çıkıyor.

Eski camlar bardak olurken SEO tahtına da RAO kuruluverdi…

Arama Motoru Optimizasyonu (SEO) uzun yıllar dijital dünyanın kalbi olarak görülse de, artık tahtını yeni bir oyuncuya, RAO’ya (Retrieval Augmented Generation – Geri Getirme ile Güçlendirme) bırakıyor. SEO’nun “ara ve seç” mantığı yerini, RAO’nun “senin için aradım, işledim ve özetledim” yaklaşımına bırakıyor. Yapay zekâ destekli bu sistem, dağınık bilgi yığınlarını anlamlı, güncel ve bağlamsal cevaplara dönüştürerek kullanıcıya zaman kazandırıyor. SEO hâlâ tamamen yok olmayacak olsa da, içerik üreticilerinin bundan böyle yalnızca Google’a değil, RAO tabanlı yapay zekâlara da “görünür” olmayı hedeflemesi gerekecek. Dijital çağın yeni vektörü artık yalnızca bilgiye erişmek değil, bilgiyi anlamlandırmak olacak.