Verimliliğin aydınlık yüzü, insanı karanlıklara sürükleyen toksik kişilerden ve ilişkilerden uzak durmanın önemini hemen her fırsatta anlatıyor ancak yüzlerce sayfası olan bir kitaptan tek bir sözcük kadarını anlayabildiğimiz de ortada…
Yaşam, sürekli seçimler üzerine kurulu bir yolculuktur…
Kadın erkek, eğitimli cahil, varlıklı yoksul, genç yaşlı, o dili ya da bu dili konuşan, açık ya da koyu renk tenli hiç fark etmiyor; yaşamlarımız boyunca sürekli seçimler yapıyoruz. Daha doğrusu bir şeylerden vazgeçerek elimizde kalanı “iyi bir seçim” olarak kabul ediyoruz. Bu yanlış! Hem de külliyen büyük bir yanlış…
Seçtiğimizi sandıklarımız vazgeçtiklerimizden geriye kalanlar. Oysa hiçbir şeyi elden de gözden de çıkarmayanlar var. Hiçbir şeyden vazgeçmeyenler sebebi ile karmaşanın ve niteliksiz yığınların arasında kalanlar da var. O kadar çoklar ki yaptıkları yanlışların çevrelerinde tekrarlanması sebebi ile “doğru” sanıp, içinde bulundukları “vahim” durumun farkında bile değiller.
Bu yanılgının en önemli kesiti ve kritik olan kısmı; çevremizdekiler. Nasıl bir küme içinde olduğumuz belirleyici. Fazla değil, yakın çevredeki beş kişinin ortalaması kişinin nasıl biri olduğu hakkında fikir vermeye yetiyor. Devamında ise kimlerle, nasıl ve ne amaçla ilişki kurduğumuz yatıyor. Bilgili insanlardan cehalet bulaşması milyonda belki de milyarda bir olasılıktır. Ama cahil ve görgüsüz birinden erdemlere açılan kapıya ulaşamazsınız. Sayısız musibete maruz kalacağınız, hiç tereddütsüz, kesindir.
Bu yaşamda ve özelikle iş dünyasında, bireylerin verimliliklerini ve potansiyellerini koruyabilmesi için çevresel etkiler, yani birlikte zaman geçirilen insanların belirleyici rol oynadığı anlayışı ile desteklenir. Toplumsal normlar ve niceliksel çoğunluk, bir davranışın veya birey profilinin “doğru” ya da “değerli” olduğu yanılgısını yaratabilir. Ancak bu, çoğunluğun doğru olduğu anlamına gelmez; tıpkı çok sayıda vasat bireyin bir araya gelerek verimli bir üretim yapamaması gibi. Bu konuda “para” günümüzde önemli bir katalizör olarak karşımıza çıkar. Para çoksa “kaliteli” makyajlı bir vasatlık söz konusudur. Doğrulamak için çevrenize bakın. Günümüz Türkiye’si bunun deneyimlendiği tipik bir laboratuvar konumundadır.
Seçicilik mi ayrımcılık mı?
Onlarca yıldır kafa yorduğum ve hatta zaman zaman baskıladığım seçicilik konusunda artık daha radikalim, ayrımcı olduğumu ilan ediyorum. Toksik kişiler, anlamsız olaylar ve amacı olmayan iddialardan uzak durmayı seçiyorum. Daha doğrusu vazgeçiyorum…
Toplum nezdinde değeri olan bir alanda üretim amacı olmayan, temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında bir anlam aramayan, zihinsel ve duygusal olarak durağan bireylerden uzak durmanın yalnızca bir “ayrımcılık” değil, aynı zamanda sağlıklı bireysel gelişimini ve üretkenliğini koruma odaklı bir seçicilik olduğu, hatta olması gerektiği ortadadır.
Vasatlığın psikolojisi ve toksik yayılımı
Vasatlık, yalnızca ortalama olmak anlamına gelmez; gelişimden, öğrenmeden ve üretimden kaçınan bir statüko bağımlılığıdır. Bu bireyler, varoluşlarını sürdürmenin ötesinde bir anlam aramazlar. Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, bireylerin yaşamda tatmin duygusuna ulaşabilmesi için temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının ötesine geçerek kendini gerçekleştirme düzeyine ulaşması gerekir. Ancak vasat profillerin çoğu, bu piramidin alt basamaklarında sıkışmış, anlamlı üretim ve gelişim motivasyonunu reddetmiş bireylerdir. Bu bireyler, çevrelerindekileri de benzer bir çöküşe sürükleyebilir. Stanford Üniversitesi’nde 2014 yılında yapılan araştırma, düşük motivasyonlu gruplarla birlikte çalışan bireylerin zaman içinde kendi üretkenlik düzeylerinde de ciddi düşüşler yaşadığını ortaya koymaktadır.
Sosyal açıdan negatiflik, tembellik ve gıybet…
Davranış bilimi, “sosyal bulaşma” (social contagion) kavramını kullanarak bu etkiyi tanımlar. Bu, özellikle iş ortamlarında negatif tutumların hızla yayıldığını ve ekosistemi çürüttüğünü göstermektedir. Harvard Business School’da Housman ve Minor tarafından 2015 yılında yapılan bir çalışmada, toksik davranış gösteren bir çalışanın, yalnızca kendi performansını değil, etrafındaki ekip arkadaşlarının da performansını yüzde 30’a kadar düşürdüğü saptandı.
Bu tür bireylerin odak noktası genellikle başkaları ve başkalarının yaşamıdır. Kendi yaşamını anlamlandırmakta zorlanan kişi, kontrol duygusunu başkalarının hayatlarını eleştirerek veya onları manipüle ederek sağlar. Başkalarının başarılarını küçümsemek, dedikodu üretmek, enerjiyi aşağı çekmek gibi eylemler bu bireyler için bir tür “gizli üretimdir” ama bu üretim, değer değil yıkım doğurur. Burada önemli bir ayrım yapılmalıdır: Bu tür bireylerden uzak durmak, bir tür kibir ya da insan ayrımı değil tam tersine zihinsel hijyenin, üretim kalitesinin ve kişisel evrimin korunmasıdır. Günümüzde son derece toksik biçimde fazlasıyla popüler hale gelen “herkes değerlidir” yaklaşımı da her yaşam modelinin yapıcı ve üretken olduğu yanılsamasına dayanmaktadır. Bu da profesyonellerin yaşamında çöküşün ta kendisidir.
Birlikte üretilemeyen bir ortamda bulunmak, zamanın, enerjinin ve potansiyelin ziyan edilmesidir. Nitekim Steve Jobs’un meşhur “A players hire A players; B players hire C players” sözü de tam olarak bu ayrımın iş dünyasındaki karşılığını ifade eder. Yani yüksek potansiyelli bireyler, kendilerini geliştirenleri ararken; vasatlar, tehdit hissettikleri için daha da alt potansiyellere yönelir.
Toplulukta en akıllı olmamak
Bir toplumda “en akıllı kişi olmamak” sözü ile ifade edilen yaklaşım, kişinin gelişimi için kendinden daha iyi olanlar ile etkileşim içinde olmalarının önemine işaret eder. Bugünün hızlı ve dikkat dağınıklığına açık dünyasında, zihinsel odak artık bir ayrıcalık değil, bir gerekliliktir. Bunu koruyabilmek ise ciddi bir çevresel filtreleme yeteneği gerektirir. Bu noktada, “ayrımcılık” kavramı yerine “zihinsel çevre temizliği” kavramını kullanmak daha anlamlıdır.
Bilinçli bireyler, bu toksik profillere karşı yalnızca mesafe koymazlar; aynı zamanda enerjilerini nereye harcadıklarının da farkındadırlar. Bu bilimsel farkındalık, Miller ve Cohen’in 2001 yılındaki raporunda yer aldığı gibi prefrontal korteksin işlevselliğiyle doğrudan ilişkilidir. Yani plan yapabilme, dikkat yönetimi ve duygusal kontrol mekanizmaları bu zihinsel filtrelemeyi mümkün kılar.
Sayının çokluğu kalitenin, sayısal büyüklük de haklılığın birer göstergesi değildir. Toplumun büyük bir kısmının benzer davranışları sergilemesi, o davranışların “doğru” ya da “değerli” olduğu anlamına gelmez. Hayatta ve iş dünyasında üretken, etik, kendini gerçekleştirmiş bireylerle bir arada olmak, yalnızca başarıya değil; anlamlı ve doyurucu bir yaşama da kapı aralar.
Bu nedenle üretmeyen, gelişmeyen, sorgulamayan ve sürekli başkalarının hayatıyla meşgul olan toksik profillere karşı mesafeli olmak; bir ayrımcılık değil, bir akıl sağlığı politikasıdır. Daha da yalın bir ifade ile seçiciliktir.
