Yapay Zekanın Yeni Aktörleri Ve İnsan Faktörünün Kırılgan Direnci

Tarih

Yönetim ve teknoloji dünyasının gündemi hiç bu kadar hızlı değişmemişti. Daha dün konuştuğumuz bir model, bugün yerini daha yetenekli, daha karmaşık ve daha “insansı” bir versiyona bırakıyor. Bu baş döndürücü yarışın son perdesinde sahneye çıkan iki yeni aktör, Google’ın Gemini 2.5 Pro’sunun en güncel iki versiyonu ve Çin menşeli DeepSeek R1 modeli, sadece teknik birer ilerleme değil, aynı zamanda piyasa dinamiklerini ve iş yapış şekillerimizi temelden sarsan stratejik hamleler olarak okunmalı.
Google, Gemini 2.5 Pro ile “daha büyük, daha iyi” mottosunun ötesine geçiyor. Modelin son versiyonları, özellikle çok adımlı ve karmaşık akıl yürütme yetenekleriyle öne çıkıyor. Google, bu modelleri devasa ve çeşitli veri setlerinin yanı sıra, kendi geliştirdiği TPU (Tensor Processing Unit) altyapısının gücüyle eğitiyor. Amaçları sadece daha doğru cevaplar veren bir sohbet robotu yaratmak değil; video, ses ve metni aynı anda anlayıp işleyebilen, bir projenin başından sonuna kadar size asistanlık yapabilecek, neredeyse otonom bir “dijital meslektaş” ortaya koymak. Bu, Google’ın kendi ekosistemini (Workspace, Cloud vb.) daha da vazgeçilmez kılma ve yapay zekayı bir araç olmaktan çıkarıp bir platforma dönüştürme stratejisinin en net göstergesi.
Diğer yanda ise daha sessiz ama bir o kadar da etkili bir oyuncu var: DeepSeek R1. Özellikle kodlama ve matematiksel akıl yürütme konusundaki başarısıyla dikkat çeken bu model, yapay zeka pazarının sadece Silikon Vadisi devlerinden ibaret olmadığını kanıtlıyor. DeepSeek’in stratejisi, belirli alanlarda uzmanlaşmış ve daha erişilebilir (kısmen açık kaynak) bir alternatif sunarak pazarda kendine yer açmak. Bu durum, inovasyonun demokratikleşmesi adına önemli bir adım. Artık her şirket, en büyük oyuncuların sunduğu kapalı sistemlere mahkum değil. Bu da rekabeti artırıyor ve yapay zeka teknolojisinin gelişimini hızlandırıyor.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Teknoloji bu kadar hızlı ilerlerken, şirketlerin adaptasyon süreci aynı hızda işlemiyor. Son dönemde, büyük bir hevesle “AI first” (Önce Yapay Zeka) mottosunu benimseyip, tüm süreçlerini yapay zeka etrafında yeniden tasarlamaya çalışan ancak kısa sürede duvara toslayarak geri adım atan şirketlerin hikayelerini duymaya başladık. Peki, neden? Cevap teknolojinin yetersizliğinde değil, stratejinin eksikliğinde yatıyor. Bu şirketler, yapay zekayı sihirli bir değnek gibi gördüler. Mevcut kaotik veri yapılarını, eskiyen altyapılarını ve en önemlisi, çalışanlarının bu dönüşüme hazır olup olmadığını göz ardı ettiler. Yapay zeka, ancak iyi tanımlanmış süreçler, temiz veri ve onu kullanacak yetkin insan kaynağı ile birleştiğinde değer yaratır. Bu “geri adımlar”, aslında bir başarısızlık değil, acı ama öğretici birer tecrübedir: Teknoloji, insan ve süreç üçgenini doğru kuramayan her strateji çökmeye mahkumdur.
Bu durum bizi en can alıcı soruya getiriyor: Yapay zeka çağında iş güvencemiz var mı? Rutin, tekrar eden ve veri işlemeye dayalı görevlerin otomasyona uğrayacağı bir sır değil. Ancak “AI first” denemelerinin bize gösterdiği gibi, yapay zekanın insansız çalışması henüz bir hayal. Geleceğin iş güvencesi, belirli bir görevi yapabilmekten değil, yapay zeka araçlarını yönetebilmekten, onlara doğru soruları sorabilmekten ve çıktılarının kalitesini denetleyebilmekten geçecek. Artık değer yaratan şey, bir raporu yazmak değil, o raporu yazacak yapay zekayı doğru yönlendirecek stratejik bakış açısına sahip olmak.
Gemini ve DeepSeek gibi modeller ufku genişletirken, başarısız “AI first” denemeleri ise bize sınırlarımızı hatırlatıyor. Bu çağın kazananları, en gelişmiş yapay zekayı kullananlar değil, teknoloji ile insan arasındaki hassas dengeyi en iyi kuranlar olacak. İş güvencesinin yeni tanımı ise “vazgeçilmez olmak” değil, sürekli “adapte olabilmektir”. Yöneticiler olarak bizim görevimiz, sadece teknolojiye yatırım yapmak değil, aynı zamanda insan kaynağımızı bu yeni gerçekliğe hazırlamaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Ekibi Değiştirmek Kolay; Ya Kendini.

Kurumlarda gerçek ve sürdürülebilir dönüşümün anahtarı, dışsal değişikliklerden (ekip veya organizasyon şeması değişimi) ziyade liderin kendi içsel dönüşümünden geçer. Ekibi değiştirmek kolay olsa da, bu yalnızca görünürde bir hareket yaratır ve liderin iş yapış biçimi, öncelikleri ve alışkanlıkları sabit kaldıkça sonuçlar tanıdık kalır. Metin, kurumsal dönüşümün liderin öz-farkındalık ve öz-önderlik becerilerini geliştirmesiyle ivme kazandığını, bu becerilerin stres dayanıklılığını, performansı ve ilişkileri iyileştirdiğini vurgular. Etkili değişim için liderin "önce ben neyi bırakacağım?" sorusunu sahiplenmesi, savunmayı askıya alarak dinlemesi ve Dunning–Kruger tuzağından kaçınıp entelektüel alçakgönüllülük göstermesi gerekir. Kültür, liderin söyledikleriyle değil, örnekledikleri ve ödüllendirdikleriyle şekillenir; bu nedenle lider değişmeden kültürün değişmesi beklenemez. Pratikte bu, eski öncelikleri durdurmak, düzenli dinleme halkaları oluşturmak ve liderin kendi gelişim planlarını şeffaflıkla paylaşmasıyla başlar. Nihayetinde, hız ile ilerleme aynı şey değildir; en zor olan, yani liderin kendi davranışlarını değiştirmesi, ekibin değişmek zorunda kalması yerine istemesini sağlayan ve uzun vadede en verimli olan başlangıç noktasıdır.

Kişinin, “var olsun” diye uğraştıklarının yoklukları ile sınavı…

İnsan çoğu zaman sahip olduklarından çok, kendisinden esirgenenlerin peşine düşer; bu eksiklik duygusu kişiliği, kararları ve davranışları şekillendirir, hatta toplumsal sorunlara kadar uzanır. Freud’un “kişilik bastırılmış arzuların toplamıdır” sözüyle örtüşen bu hal, çocuklukta duyulmayan bir “aferin”den, iş dünyasında engellenen fırsatlara kadar her yerde kendini gösterir. Eksiklikler bazen sanatta yaratıcı güce dönüşse de çoğunlukla tatminsizlik, gösteriş merakı ve hatta şiddet olarak geri döner. Çözüm ise V.I.T.R.I.O.L. mottosunda gizlidir: insanın kendi iç derinliklerine inip arınması ve gizli taşını keşfetmesi.

Ünvanlar geçer, iyilik kalır

Çoğu insanın hayattaki hedefi meslek, para ya da başarı olurken “iyi insan olmak” çok az dile getirilen ama en kıymetli hedeftir; unvan, makam ve servet bir yere kadar taşırken, asıl değer vicdanla barışık kalabilmekte ve küçük anlarda erdemli seçimler yapabilmektedir. Haksızlığa karşı ses çıkarmak, menfaati reddetmek, affetmek gibi görünmeyen anlar insanın gerçek karakterini belirler. Toplum kalıplar dayatsa da, insanı ölümsüz kılan şey unvanı değil, “iyi bir insan” olarak hatırlanmasıdır.

İnsan Kaynaklarında Ücretlendirme: Adaletin Kaybolduğu Yerde Güven de Kaybolur

Bir iş yerinde maaş sadece bordroya yazılan bir rakam değil, çalışanın gözünde değerinin ölçüsüdür; adil olmayan ücretlendirme motivasyonu düşürür, sessiz istifayı tetikler ve yetenek kaybına yol açar. Google’ın şeffaflık politikası ya da Tesla’nın performansa dayalı prim sistemi gibi örnekler güveni artırırken, kişisel ilişkilere dayalı ücret farklılıkları ekip verimliliğini hızla yok edebilir. X kuşağı için güvence, Y kuşağı için şeffaflık, Z kuşağı içinse yan haklar ve esneklik öne çıkarken, en kritik nokta “eşit işe eşit ücret” ilkesinin korunmasıdır. Maaş, bir şirketin görünmeyen ama en güçlü sermayesidir; adalet sağlandığında güven, bağlılık ve verimlilik de beraberinde gelir.