Yerli Görünüp Milli Olmamak: İŞ’te Bütün Mesele Bu

Tarih

Anlamak… Çok geç olmadan!
‘’Yerli ve milli olmak” son yıllarda sıkça duyduğumuz, konuşmalarda tekrarlanan ama ne yazık ki çoğu zaman derinliği anlaşılmadan kullanılan bir kavram. Oysa bu ifadeyi sadece bir etiket gibi görmek, bizi büyük bir yanılgıya sürüklüyor. Çünkü yerli ve milli olmak; bir üretim modeli, bir kültürel duruş, bir aidiyet bilincidir. Eğer bu kavramı sadece söylemlerde bırakır, içini doldurmaz ve gerçek anlamını kavrayamazsak, bunun bedelini yalnızca ekonomik değil, kültürel ve toplumsal olarak da ağır bir şekilde ödeyeceğiz. Geç olmadan, “yerli ve milli olmak” ne demektir sorusuna ezberle değil, farkındalıkla cevap vermeliyiz.
Yerli ve milli ne demektir peki yerli olan bir ürün aynı zamanda milli midir?
Bu ayrımı netleştirmek için önce kavramları kısa bir şekilde hatırlayalım:
•Yerli: Türkiye’de üretilmiş, yerli kaynaklarla yapılmış olan.
•Milli: Türkiye’nin toplumsal, kültürel ve stratejik çıkarlarına hizmet eden.
Örnek vermek gerekirse ayran yerli olmakla birlikte aynı zamanda kendi kültürümüzün içeceği olduğu için yerli ve milli iken ejder meyvesini kendi ülkemizde ürettiğimizde yerli olmakla beraber milli bir meyve olmayacaktır, çünkü bizim kültürümüze ait değildir.
Başka bir örnek; Türkiye’de montajı yapılan ama tüm teknolojisi ve lisans hakları yabancıya ait bir otomobil modeli yerli sayılır çünkü burada üretilir. Ama milli değildir çünkü yazılımı, motor teknolojisi, karar alma süreçleri dış kaynaklıdır. Kar, yurt dışına gider.
Günümüzde globalleşme, sınırların ötesine uzanan fırsatlar sunduğu kadar, aidiyet duygusunu da bulanıklaştırıyor. Küresel markalar arasında rekabet ederken, yönümüzü kaybetmemek için artık sadece teknolojiye değil; köklerimize de yatırım yapma zamanı.
İşte tam bu noktada, iş dünyasının çokça duyduğu ama belki de yeterince içselleştirmediği bir kavram yükseliyor: “Yerli ve Milli olmak.” Bu sadece bir etiket değil; bir iş modelidir, bir duruş biçimidir, bir stratejidir.
Neden “Yerli ve Milli” Bir Avantajdır?
Yerli üretim demek, dışa bağımlılığı azaltmakla kalmaz; aynı zamanda yerel yetenekleri, kaynakları ve hikâyeleri dünyaya açmak demektir.
Milli bakış açısı ise şirketinizin sadece bilançosuna değil, ülkenin sürdürülebilir kalkınma vizyonuna da katkı sunar.
Nobel Kimya Ödüllü Bilim İnsanımız Prof. Dr. Aziz Sancar:“Ben bu başarıyı Türk milletine armağan ediyorum. Çünkü her şeyin kaynağı orası.” derken bu konu ile ilgili vizyonunu ortaya koymuştur.
Bugün bir lider olarak sorumluluğunuz sadece kar etmek değil; kök salmak, etki yaratmak ve ilham olmaktır. Yerli ve milli ürün ya da hizmet geliştirmek, bu hedefe giden yolda güçlü bir kaldıraç olabilir.
Milli Olmak: Sadece Geçmişe Sadakat Değil, Geleceğe De Taahhüttür
Bununla ilgili Koç Holding Eski Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’un muhteşem bir sözü var:
“Ülkemize güveniyoruz, çünkü biz bu toprakların çocuklarıyız. Yatırımımız da, inancımız da yerli.”
Yerli olmak; nereden geldiğimizi unutmadan üretmektir. Milli olmak ise, nereye gitmek istediğimizi cesaretle ilan etmektir. Bu iki kavram bir araya geldiğinde şirketler için şu sorunun cevabı ortaya çıkar;
“Bu topraklarda doğmuş bir fikir, dünyayı değiştirebilir mi?”
Cevap net: Evet, hem de fazlasıyla.
Global başarı yerli sağlamlıkla başlar. Yerli ve milli olmak, bir trend değil bir zeka biçimidir.
Bu topraklarda üretilen her fikir, her patent, her inovasyon; sadece bir ekonomik değer değil, bir kültürel mirastır. Yerli ve Milli olmak; gelenekle vizyonu, sadakatle inovasyonu birleştirebilenler için sessiz ama devrimsel bir güçtür.
Peki İş Dünyası Ne Yapmalı?
Yerli Olmanın Ötesine Geçip Milli Değer Yaratmak İçin Stratejik Adımlar

  1. Sadece Üretme, Katma Değer Yarat
    Sorun: Ürün yerli ama sadece montaj düzeyinde kalıyor, teknolojisi ve tasarımı dışa bağımlı.
    Çözüm: Ar-Ge yatırımlarınızı artırın, patent geliştirin, yerli mühendislik ekipleri kurun.
  2. Topluma Zarar Veren Değil, Fayda Üreten Ürün Geliştir
    Sorun: Yerli gıda veya medya ürünleri, kısa vadeli kar getiriyor ama uzun vadede toplum sağlığını ve birliğini zedeliyor.
    Çözüm: Ürün geliştirme sürecinize etik kurulları ve sosyal etki analizini dahil edin.
  3. Kültürel Yansımaları Göz Ardı Etme
    Sorun: Ürün yerli ama başka kültürleri kopyalıyor, yerli ruh taşımıyor.
    Çözüm: Markalaşma ve tasarımda Anadolu kültüründen, mimarisinden, müziğinden, motiflerinden ilham alın.
  4. Yerli Tedarik Zinciri Oluştur
    Sorun: Üretim yerli ama ham madde ve ara ürün tamamen ithal.
    Çözüm: Yerli tedarikçileri destekle, küçük üreticilerle iş birliği yap, birlikte büyüme ekosistemi kur.
  5. İşveren Markası Olarak Milli Değerleri Sahiplen
    Sorun: Şirket kültürü yerli ama evrensel değerlerden kopuk, vizyonsuz ya da günübirlik.
    Çözüm: Milli bilinçle evrensel rekabete açık bir kurum kültürü inşa et. Sadakat, dayanışma, yenilikçilik gibi değerleri sahiplen.
  6. İhracatta Sadece Mal Değil, Değer Taşı
    Sorun: Ürün dış pazarda satılıyor ama Türkiye ile bağ kurulmuyor.
    Çözüm: Ürün ambalajlarında, hikaye anlatımında, içerik stratejinizde Milli unsurları görünür kılın.
  7. Karı Paylaş, Etkiyi Yay
    Sorun: Ürün yerli, kar yerel ama fayda sınırlı.
    Çözüm: Milli vizyonla üretilen ürünlerin karının bir bölümünü eğitime, teknolojiye veya çevresel sürdürülebilirliğe aktar.
    Yerli üretim bir başlangıçtır. Milli üretim ise değerin, vizyonun ve gelecek kuşaklara mirasın adıdır.
    İş dünyası, bu ayrımı doğru okuduğunda sadece büyümez, iz bırakır.
    Apple’ın Kurucusu Steve Jobs ise iz bırakmanın özünü bilmeyle alakalı olduğunu şöyle anlatmış:
    “Tasarladığın ürün, kim olduğunu yansıtır. O yüzden gerçekten milli bir şey üretmek istiyorsan, önce kendini tanı.”
    Özüne Dönmeyen, Kendine Varamaz
    Yerli ve milli olmak; sadece toprakla, sınırla, üretimle değil, ruhla ve bilinçle ilgilidir. Bir milletin varoluşu, onun kendi özünü ne kadar tanıyıp yaşattığıyla ölçülür. Başkasının aklıyla düşünen, başkasının kelimeleriyle konuşan bir toplum, yavaşça kendinden uzaklaşır.
    Oysa gerçek güç; geçmişten gelen sesi duymakta, kültürel hafızayı onurlandırmakta ve kendi yolculuğunu farkında olarak yürümektedir. Kendi sesimizi hatırlamak, sadece bir toplumsal görev değil, ruhsal bir uyanıştır. Ve bu uyanış, sadece bizi değil; bizden sonrakileri de aydınlatacak bir ışıktır.
    Bu farkındalıkla iz bırakmak ve gelecek nesillere ışık olmak istiyorsanız yaptığınız işe, söylemlerinize, üretiminize ve verdiğiniz hizmete bir de şimdi bakın, özünüze ne kadar yakın?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Özetleyici şöyle dedi: Bir iş görüşmesinde adayın “En son işten çıkarılan kişinin sebebi neydi ve bu sürece nasıl yaklaştınız?” sorusu, konunun özünü tek cümlede yakalamıştı: Bir şirketin karakteri, zor zamanlarda insanlarına nasıl davrandığıyla belli olur. İşten çıkarma genellikle bir maliyet önlemi gibi görülür, ama asıl maliyet içeride kalır; güven, bağlılık ve üretkenlik sessizce azalır. Araştırmalar, saygısız ve şeffaflıktan yoksun süreçlerin çalışan bağlılığını ve iş tatminini dramatik biçimde düşürdüğünü gösteriyor. Kalanlar, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünür; ortaya çıkan sadakat, çoğu kez yalnızca hayatta kalma içgüdüsüdür. Oysa bir çalışanı nasıl uğurladığınız, kalanlara verdiğiniz en kalıcı kültür dersidir. Saygıyla yönetilen bir ayrılık, ileride mezunlar ve “bumerang” çalışanlar olarak geri dönen gerçek bağlılık tohumlarını eker. Bu nedenle şeffaflık, teşekkür ve onurlu veda mektupları sadece nezaket değil, stratejik bir yatırımdır. Çünkü insanlar işten çıkarılma anında değil, o anın nasıl yönetildiğinde şirketlerine dair gerçek fikri edinirler. Bir fırtına geçtikten sonra kurumun geleceğini belirleyen, gidenlerin ardında kalan sessizlikte duyulan güvendir.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.