Başarı İçin “Zaman Optimizasyonu” Şart!

Tarih

Zaman her etkinlik yöneticisinin tepesinde sallanan kılıç gibidir. Düşmesi bir dert, sallanmaya devam etmesi başka dert. İyi yönetilen zaman kavramı sadece etkinlik süresi ile de sınırlı değildir. Öncesi planlama, sonrası operasyon ve daha sonrası da başta raporlama olmak üzere pek çok konuda zamanın kıymetini bilmemiz ve hakkını vermemiz gerekiyor. Ne demiş eskiler “vakit nakittir”, bugün de öyle…
Etkinlik ya da daha yaygın ifadesi ile bir “proje” için başarılı bir zaman planı yapmak pek çok unsuru barındıran karmaşık bir süreçtir. Başlangıçtan sona kadar çok farklı detayların gözetilmesini gerektirir. Etkinliği doğru yönetmenin sırrı da burada saklıdır. Başarı o etkinliği çok ama çok iyi tanımlamaktan geçer, katılımcılar ile buluşma zamanını doğru saptamanın ardında yatar.
Ne olduğu, neden yapılacağı, nerede düzenleneceği, ne zaman gerçekleştirileceği, kim için olduğu ve farkındalığın nasıl yakalanacağı sorularına verilecek yanıtlar son derece önemlidir. Bir etkinliğin doğru planlanması ve hedeflerine ulaşabilmesi, sorulacak soruların doğruluğuna bağlıdır. Sorular doğru sorulur ve yanıtlar için kafa yorulursa, ortaya “doğru” bir etkinlik planı çıkma olasılığı artar. Ancak bu konuda yapılacak çalışmalar sadece ve sadece “başarılı” bir planın güvencesidir, hiçbir koşulda o etkinliğin “başarılı” olacağını garanti etmez.
Etkinlik yönetimi söz konusu olduğunda, “doğru” ile “başarı” her zaman yan yana gelmez. Oysa her ikisinin de birbirlerine yakıştığı ve kolaylıkla yaklaştığı düşünülür. Arada ne fark olduğu sorusuna da yalnız profesyoneller yanıt verebilir.
Doğru; ne, neden ya da niçin, nerede, ne zaman ve kim sorularına verilen yanıtların içindedir. Başarı ise bu kadar nesnel değildir. Güvencesi sanılanın aksine şans değil, bilgili bir profesyoneldir. Öyle biridir ki markayı vezir de eder, rezil de…
Zaman da benzer role sahip!
Bir kavramın ya da bir değerin ya da insanın yücelmesi zaman-mekan boyutlarındaki etkileşime ve daha önemlisi iletişime bağlıdır. Kişiler, olaylar ve fikirler tarih boyunca hep zaman boyutunda değer kazandılar ya da değerlerini yitirdiler. Bunun sayısız örneği var. Nice değerli fikir “zaman” söz konusu olduğunda köhneleşti, bu kaçınılmazdı! Önce uçları, köşeleri gitti sonra kırılmalar başladı. Bunu yıkılmaları izledi. O yıkılmaz gözüken sözde değerler birer birer yitip gitti. Geride bir şey kalmadı.
Ortalık boş mu kaldı, hayır!
Yerlerini yenileri aldı. Ne tozlarından eser kaldı ne de dumanlarından. Dünya da öyleydi. Önce toz ve gaz vardı. Bugün akla gelebilecek her türlü çöplük ve pislik ile baş başayız. İnsanlar, olaylar ve fikirler değişti, dünya baki kaldı.
Bunlar iş dünyasında da geçerli. Onlarca yıl belki de yüzlerce yıl öncesinin insanlarına ait “parlak” fikirlerin bir kısmı bütünüyle yok oldu, kalan kısmı değişime uğradı. Söz gelişi Coca Cola; açık arazide yaşayan ve iyi beslenemediği için sıklıkla hastalananlara “şifa” olması için koka yaprağı ile imal edildi. Ortam sıcaklığında içilmesi tavsiye edildi. Oysa bugün ara ara değişse de “ılık bir kola” içene rastlamazsınız. Ağrılarınıza ve yaşamınıza destek olduğu da unutuldu, eğlencenin simgesi, kapitalist dünyanın amiral gemisi oluverdi. Kimse zaman içindeki değişimi anlamadı, anlayamadı, daha doğrusu kafa yoran çıkmadı.
Bir başka örnek 3M, labaratuvar ortamında geliştirilen “başarısız” bir yapıştırıcı ile bugünün efsaneleşen ve hemen herkesin elinin altında renk renk, çeşit çeşit olan post-it’ler çıktı. Büyük bir başarısızlık örneği olan ürün, bir anda ve zamanın doğru kullanılması ve de pazarlama başarısı olarak “efsane oldu”. Herkes zamanın getirdiği bu başarı öyküsünden payına düşeni alırken kimsenin aklına “fuck up” olduğu gelmedi.
Zaman böyle bir şey. Başarıyı da bükebilen ve başarısızlığı kazanca çevirip yücelten bir unsur olarak hep yanı başımızda…
Ne zaman olacağı ne kadar önemli?
Tarihten coğrafyaya, meteorolojiden inanışlara uzanan geniş bir yelpazede yanıtı aranacak, son derece insafsız ve de gayet kritik rol oynayan bir karakteri vardır “ne zaman” sorusunun. Çok ama çok önemlidir.
Ne zaman sorusuna verilecek yanıtlar için nerede sorusu önemli bir yardımcıdır. Bu ilişki projenin zaman eksenine kavuşturulmasını önemli ölçüde kolaylaşacaktır. Söz gelişi; etkinliğinizi gerçekleştirmeyi planladığınız lokasyona ulaşımda kış/yaz tarifeleri farklı olabilecek, barınma konusunda alternatifler sezona bağlı olarak artacak veya azalabilecek, yine sezon içi/dışı olma durumuna göre fiyatlar ciddi oranlarda değişebilecek, beslenme gereksinimleri ve tüketim de mevsime göre farklılaşabilecektir.
Bu da “ne zaman” sorusuna verilecek yanıtlar ile birlikte bütçenizi de doğrudan etkileyecektir.
Ne zaman sorusuna yanıt aranırken gün batımı-gün doğumu, ayın dolunay ve hilal zamanları gibi doğa bağlı değişkenler göz önünde bulundurulmalı ve internet üzerinden kolaylıkla erişilebilen sitelerden kontrol edilmelidir. Söz gelişi doluna olan geceler, küçük gruplar için planlanan sakin programlara değer katarken büyük kitlelerin katılacağı coşkulu etkinliklerde felakete çanak tutabilir. Ayın çekim kuvvetinin yeryüzündeki sıvılar üzerindeki etkisi insanlara da yansır. Bedenin yüzde 70’inin sıvı olduğunu bilen bir etkinlik yöneticisi, bu durumun yaratabileceği huzursuzlukların suç işleme oranları ile doğru orantılı olduğunu planına dahil eden de sadece usta bir profesyoneldir.
Baş roldeki süre endeksi
Etkinliklerin süreye göre sınıflandırılması önemli bir endeks oluşturur. Farklı bir ifade ile bu yaklaşımda, herhangi bir etkinlik için yönetilmesi gereken zaman dilimi esastır. Süreye dayalı etkinlik gruplamasındaki zaman dilimleri “saniye” ile başlar, “dakika”, “saat”, “gün”, “hafta”, “ay”, “çeyrek” ya da “üç ay”, “mevsimsel” duruma göre “üç ay” ile “altı ay” arası, “yıl”, “iki yıllık” ve diğer özel zaman dilimleridir. Özel zaman dilimlerine dört yılda bir düzenlenen Olimpiyat Oyunları örnektir.
Hepsi için geçerli bir kural olmamakla beraber, zaman dilimleri, herhangi bir etkinliğin tekrarı konusunda da gösterge oluşturur.
Her ay tekrarlayan “aylık” toplantılar ya da “yılda bir” kez düzenlenen “genel kurullar” ya da “sezonluk” yeni ürün kolleksiyon lansmanları bunun tipik örnekleridir ve iş dünyasında son derece yaygındır.
İngilizce “time is cash”, eskilerin ifadesiyle “vakit nakittir” lafı, tam da bu yazının özeti niteliğindedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.