Geçen hafta çok sevdiğim bir arkadaşım beni aradı. Telefonda sesi tedirgin geliyordu. Kendisinden savunma yazması istenmişti ve bu durum onu fazlasıyla germişti. Sanki dünyanın sonu gelmiş gibiydi. Bir araya geldiğimizde, savunmaya bakış açısının işten çıkma kaygısını tetiklediğini, stresini artırdığını ve güven bağının zedelendiğini belirtti. Birden kendi kendine en kötü senaryoları düşünmeye başlayarak, savunmanın nedeni ve ona olan katkısını düşünmekten çıkarak, kötüye odaklandı. Hepimizin bildiği, o meşhur sözü söyledi. ’’En kötü ne olabilir ki’’ O zaman birçoğumuzun düştüğü tuzağın derinliğine daldığını fark ettim.
En Kötüye Odaklanmanın Bedeli: Hayatın Fırsatlarını Görememek
’’En kötü ne olabilir ki’’ Günlük hayatta birçok kişinin dile getirdiği, kendimizi sabote etme, mutlu olma şekli, kendini koruma, kötüden iyi çıkartma vb dilimize geçmiş, kimi zaman düşünmeden söylediğimiz bir kalıp olmuştur. Daha iyisini bilmeyen için daha iyiye ulaşma isteğine engel olan, kısa, net, fazla enerji kullanmaya, düşünmeye gerek duyulmadan sonuca gitme şeklidir.
Sizce olası seçenekler içinde daha iyi varken, neden en kötüsünü düşünür insan? Çünkü beynimiz eksik olana, en kötü senaryolara göre seni hayatta tutmaya programlanmıştır. Sanki en kötü senaryoyu düşünmek, bizi olası hayal kırıklıklarından koruyacak bir zırh gibi. Hâlbuki bu, bizi daha iyiye, daha güzele ulaşmaktan alıkoyan görünmez bir pranga. Şimdi kaldır başını ve çevrene bak. İyimser olanlarla mı yoksa kötü senaryolar çizenlerle mi örülü bir dünyan var.
En kötüsünden bir tık daha iyi bir seçeneği seçen, başına geldiğinde daha az üzülmek için en kötü seçeneğe göre düşünmek, eksiğe odaklı, olmayana dikkat kesilen ve yaşamla uyumlanma isteğimizin zihindeki kalıpları olmuştur. İnsanın ‘’Kendimi ona göre ayarlıyorum’’ dediğini sizde duyuyorsunuz. Sonsuz seçenekler dünyasında, seçimlerini yapmayı kısıtlayan bu bakış öğrenmenin düşmanıdır. Meraklı olmayı, deneyimin içindeki fırsatı, heyecan duygusunun kaybolmasını yaratırken, bilindik senaryonun gerçekleşmesi ve daha kötüsünü hayatına alması için bir kapı açmaktadır. Korktuğunu ve sevmediğini hayatına almayı doğuran en kötüsü bakışı, bağlantıda olduğumuz evreni ve sonsuz seçeneklerin görünmesine imkân sağlamaz. Algının odaklandığı yer ve enerji, öyle bir doruk noktası oluşturur ki olgudan uzaklaşırız. Olanı kabul etmeyen ve olana teslim olmayan bu bakış açısı günün sonunda benzer duygu, düşünce ve davranışlara neden olur. Deneyim kalitesi değişmez ve kimliğimiz kendini tekrar eden bu süreçle pekişir.
Birlikte oturduğumuzda, gözlerinde o bildik kaygıyı gördüm. İşten çıkarılma korkusu, güveninin zedelenmesi… Hepsi birleşmiş, zihninde koca bir duvar örmüştü. Oysaki durum, sadece bir olguyu, bir gerçeği ifade etme fırsatından ibaretti. Arkadaşıma şu soruları sordum.
Bu savunma talebinde şuan görmediğin ve mükemmel olan ne var?
Bu sana kendinle ilgili neyi öğrenmeyi işaret ediyor?
Kendini ifade etmen için verilen bu savunma, gerçeği görmene, dışarıdan kendine bakmana vesile olacak iken hangi duygu seni en kötüyü düşünmeye itti? Cevap çok kısa ve netti. ‘’Korku ve Güvensizlik’’
Sonra şunları söyledi.’’Ben rakamları analiz etmeyi çok sevmiyorum. Bu durum bana, kendi işimi rakamlarla görmeye, bunu ifade etmeye ve olgular üzerinden kendimi anlatmaya ihtiyacım olduğunu söylüyor. Sevmediği şeylerden kaçmayı bırakıp zamanımı buna ayırmam gerektiğini düşünüyorum’’ dedi. Bende ona dedim ki ’’Başarılı insanlar, başkalarının sevmediği işleri sevmeseler de yapmayı tercih edenlerden çıktığını biliyor musun?’’
Elmasın Yüzleri: Bilgeliğe Açılan Pencereler
Hayatı bir elmas gibi düşünelim. Çoğumuz elması sadece karatıyla, yani büyüklüğüyle değerlendiririz. Oysa asıl büyü, o pırlantanın ta içinde saklıdır. Bir elmasın ruhu, onun yüzleridir, yani fasetleridir. Tıpkı bir insanın hayatındaki deneyimler gibi, her bir yüzü ona derinlik katar. İyi bir pırlantanın tam 57 veya 58 yüzü vardır. Bu yüzler, elmas ustasının o taşı nasıl işlediğinin bir göstergesidir.
Eğer bu yüzler doğru açılarla ve ustalıkla kesilmemişse, ışık elmasın içine girer girmez kaybolur gider. O zaman taş, ne kadar büyük olursa olsun sönük ve cansız kalır. İşte bu yüzden, bir pırlantanın değerini belirleyen dört temel kuraldan en önemlisi, benim için Kesim’dir. Diğer üçü ise Karat, Renk ve Berraklık doğanın ona bahşettiği özelliklerdir, ama kesim, o elmasın potansiyelini ortaya çıkaran sihirli dokunuştur. Hayatımız da öyle değil mi? En değerli anılarımız, bizi biz yapan tecrübelerimiz, tıpkı bir elmasın yüzleri gibi. Onlar olmasaydı, hayat da renksiz ve ışıltısız kalmaz mıydı? Önüne gelen ama olumsuz olduğunu düşündüğün durumlara, fırsat olarak bakmak, ışığını büyülten seni sen yapan pencereler oluşturmaktadır.
Başkasının Gözünden Bakmak
Satranç tarihinin en uzun süre dünya şampiyonu olan Emanuel Lasker, “İyi bir hamle görünce, bekleyin, daha iyisini arayın” der. Bu söz, sadece satranç tahtası için değil, hayatın her anı için geçerlidir. Çoğu zaman, ilk seçeneğe odaklanır, diğer olasılıkları görmezden geliriz. Oysa Lasker’in dehası, tam olarak bu noktada yatar. O, anlık bir kazanç yerine, oyunun bütününü görerek, rakibin zihnindeki belirsizliği artıran, hatta onu şaşırtıp hatalı kararlara iten hamleleri arar. Bu, sadece en iyi hamleyi bulmak değil, aynı zamanda “rakibinin gözünden” bakabilme yeteneğidir.
Başkasının gözünden bakmak, bir olguyu bir gerçeği, ifade etme fırsatı sunuyorsa, müthiş bir deneyime kapı açıyor demektir. Oysa duygularla gerçeklik ağlısı yaratan beynimiz, daha iyisini arama isteğimize ket vurmaktadır. Kendi zihin oyunlarını fark etmek sorunun çözümü için önemli olsa da bilmekten yapmaya geçişimiz çok uzun sürebiliyor. Çözümün basitliği görmek için duygunun esaretinden çıkıp zihnin oyunlarına meydan okumak, santraç tahtasına başka bir açıdan, rakibin gözünden bakmayı gerektirir. O sayede yaşam pencerlerinden yayılan ışık yolunu aydınlatan olur.
İyimserlik Bir Tercih mi, Yoksa Yaşam Duruşu mu?
Arkadaşım savunmanın;
Ya kendini ifade etme seçeneği olduğunu düşünse,
Ya mevcudunu görmenin fotoğrafı olduğunu anlasa,
Ya yarattığı ağlının var olan potansiyeline engel olduğunu fark etse,
Ya hayatında ki olumsuz ağlıları düşünmek yerine (Müdürünün, şirketinin onun kötülüğünü istediğini vb), oğlular üzerinden kendi ideal halini oluşturma istekliliğini keşfetse,
Ya gelişimine ve deneyimlemesine fırsatlar olarak baksa,
Ya daha iyiye ulaşmak için, dikkatini ve enerjisini ayırması gerektiğinin bilincinde olsa, işyaşam dengesi sizce nasıl olurdu?
Geçmişte bir gün yöneticiler toplantısında ‘’ Gün içindeki en çok hangi tutum içinde olduğunuzu düşünüyorsunuz?’’ diye bir soru geldi. Sevdiğim bir ürün müdürünün şu cevabını hiç unutmadım.’’İyimserlik’’
Her gün düşünce ve davranışlarımızda bir takım tutumlar sergileriz. Tabi ki arka tarafta bunları oluşturan değerler ve deneyimler var. Seçimlerin sonsuzluğu içinde hangi sabit, bilindik tutumlar içinde kararlar alıyorsun? Kararlı, özgür, iyimser, dengeli, tutarlı vb. tutumlar gününüze ne şekilde dağılmışlar? Bu yolculuk hangi tutumların üzerinde, hangi tutkunu besliyor? Değerlerini bilmek ve onlarla bağlantılı tutumlar oluşturmak, insan olmanın zorlantılarını ortadan kaldırmasına ve iç sesine uygun yaşamana neden olacaktır.
Unutma, bütünselliğini anlamayı ve kendi sesini keşfetmeyi sağlayacak olan değerlerine uygun tutumlar belirlemek olacaktır.
En kötü ne olabilir ki?
Tarih