Etik Karar Vermede Kurumsal Değerlerin Pusula Etkisi

Tarih

İş dünyasının çalkantılı sularında yol alan şirketler, her geçen gün daha sık etik kayalıklara çarpma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Küreselleşmenin rüzgarı, teknolojik gelgitlerin hızı ve toplumsal beklentilerin değişen akıntıları, kaptanları zorlu bir seyahate çıkarıyor. Bu zorlu yolculukta, kurumsal değerler adeta bir pusula görevi görüyor.
Kurumsal değerler, şirketin genetik şifresini oluşturuyor. Çalışanların davranış DNA’sını belirliyor, karar verme süreçlerinin gen haritasını çiziyor ve şirketin dış dünyayla olan metabolizmasını düzenliyor. Ancak bu genetik kodların sadece laboratuvar ortamında kalması değil, gerçek hayatın zorlu koşullarında ifade edilmesi asıl önemli olan.
“Dürüstlük” genini taşıyan bir şirket düşünelim. Bu gen, finansal raporlamanın sinir sisteminden müşteri ilişkilerinin kas dokusuna, tedarikçi seçiminin kemik yapısından çalışan değerlendirmelerinin hormon dengelerine kadar her organı etkilemeli. Şirket, kısa vadeli kâr hormonu baskısına rağmen, finansal sonuçlarını manipüle etmeme refleksini gösteriyorsa, bu kurumsal değer geninin etik karar verme fenotipinde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, “yenilikçilik” allelini baskın taşıyan bir teknoloji şirketi, yeni bir ürün geliştirirken etik sınırların elastikiyetini test edebilir. Burada kritik soru şudur: Yenilikçilik DNA’sı, kullanıcı gizliliği genomunun ne kadarını baskılayabilir? İşte bu noktada, şirketin diğer değer alelleri – örneğin “müşteri odaklılık” veya “güvenilirlik” – epigenetik faktörler olarak devreye girerek dengeleyici bir rol oynayabilir.
Kurumsal değerlerin etik karar verme fenotipi üzerinde etkili olabilmesi için, bu değerlerin organizasyonun her hücresinde eksprese edilmesi gerekir. Üst yönetimin bu değerleri metabolize etmesi ve örnek olması, hücre çekirdeği kadar merkezi bir önem taşır. Ayrıca, performans değerlendirme ve ödüllendirme sistemleri de bu değerlerle simbiyotik bir ilişki içinde olmalıdır.
Etik ikilemler genellikle gri madde alanlarını içerir. Tam da bu sinaptik boşlukta, güçlü kurumsal değerler, çalışanlara nörotransmitter görevi görür. Örneğin, “çevresel sorumluluk” nöronunu aktive eden bir üretim şirketi, enerji maliyetlerini artırsa bile daha çevre dostu üretim yöntemlerini sinaps ateşlemesinde tercih edebilir.
Ancak kurumsal değerlerin etik karar vermede tek başına yeterli bir nöral ağ oluşturmadığını da belirtmek gerekir. Güçlü bir etik kültür miyelin kılıfı, etkili etik eğitim programları sinaptik bağlantıları ve açık iletişim kanalları da bu süreci destekleyen diğer önemli nöral yapılardır.
Kurumsal değerler, etik karar verme sürecinin omurgasını oluşturur. Bu değerler, belirsizlik anlarında çalışanlara nöral yol haritası çizer, etik davranışı uyarır ve şirketin uzun vadeli sürdürülebilirlik homeostazisine katkıda bulunur. Ancak unutulmamalıdır ki, gerçek etik liderlik, bu değerleri sadece genetik kodda değil, fenotipik ifadede de göstermekle mümkündür. Şirketler, kurumsal değerlerinin genomunu sürekli olarak sekanslayarak güncellemeli ve bu değerlerin günlük iş pratiklerinde nasıl eksprese olduğunu dikkatle izlemelidir.
Bu biyolojik çeşitliliği yüksek iş ekosisteminde, etik karar verme yeteneği, şirketler için sadece bir evrimsel avantaj değil, aynı zamanda doğal seleksiyonda öne çıkmalarını sağlayan adaptif bir özellik haline gelmiştir. Kurumsal değerlerine sadık kalan, etik kararlar alabilen şirketler, uzun vadede hem finansal fitness hem de itibar açısından evrimsel yarışta bir adım önde olacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.