Geçenlerde, uluslararası bir şirkette üst düzey pozisyonda çalışan yakın arkadaşımla bir kafede buluştuğumuzda, kahvesini yudumlarken gözleri doldu, sesi titredi. Aylardır üzerinde büyük bir titizlikle çalıştığı, gecelerini gündüzlerine kattığı, ailesinden, sosyal hayatından feragat ederek geliştirdiği inovatif projesinin detaylarını, büyük bir heyecanla paylaştığı o kritik departman toplantısını anlatıyordu. Salondaki herkes hayran kalmış, bazıları heyecanla not almış, üst yönetimden birkaç kişi göz ucuyla birbirlerine anlamlı bakışlar fırlatmış, ama nedense kimse ses çıkarmamıştı. Aradan sadece on gün geçmeden, aynı projenin neredeyse birebir aynı detayları, genel müdürün her daim gözdesi olan, şirkete onunla aynı dönemde giren başka bir çalışanın muhteşem(!) sunumunda boy gösterince, alkışlar dakikalarca sürmüş, tebrikler havada uçuşmuş! Kulağa ne kadar da tanıdık geliyor değil mi? İş dünyasının bu sinsi hastalığı, bu etik dışı davranış biçimi, yani fikir hırsızlığı, maalesef hepimizin bir şekilde tanık olduğu ya da bizzat yaşadığı acı bir gerçek haline geldi.
“Profesyonellik” kisvesi altında bu açık haksızlığa göz yummak, sessiz kalmak, aslında en büyük profesyonellik eksikliği ve etik çöküntünün ta kendisi. Bir düşünsenize, birileri sizin emeğinizi, özgün düşüncelerinizi, belki de aylarca üzerinde ter döktüğünüz, sayısız revizyon yaptığınız projelerinizi bir çırpıda sahipleniyor. Üstelik bunu yaparken, öyle ustaca, öyle profesyonelce davranıyor ki, sanki sizin hiç katkınız yokmuş, sanki bu parlak fikirler tamamen onların beyninin ürünüymüş gibi bir hava yaratıyor. Ve siz, orada öylece kalıyorsunuz, içinizde koca bir yumrukla, boğazınızda düğümlenen onlarca sözle, kafanızda yankılanan “Keşke”lerle.
Peki neden susuyoruz? “Ay, şimdi olay çıkmasın”, “Ekip ruhunu bozmasın”, “Kariyerim olumsuz etkilenmesin”, “Zaten yeni bir terfi bekliyorum” diye mi? Her sessiz kalışımızda aslında bu etik dışı davranışı onaylıyor, hatta dolaylı yoldan teşvik ediyoruz. Fikir hırsızları da bu kolektif sessizlikten cesaret ve güç alıp, bir sonraki “av”larını kollamaya devam ediyorlar. Bu kısır döngü böyle devam ettikçe, iş dünyasındaki yaratıcılık ruhu ve güven ortamı da yavaş yavaş zehirleniyor, kurumsal kültür çürüyor, etik değerler bir bir yok oluyor.
Yöneticilere gelince… Bazıları bu durumu görmezden geliyor, bazıları bizzat teşvik ediyor, bazıları da kendi çıkarları için manipüle ediyor. “Nasılsa iş yapılıyor”, “Sonuç önemli”, “Kim yapmış fark etmez, şirketimiz kazansın yeter” mantığıyla hareket edip, ekiplerindeki yaratıcılığı, güveni ve motivasyonu dinamitlediğinin farkında bile değiller. Oysa bir fikrin gerçek sahibini onurlandırmak, emek vereni takdir etmek, tüm ekibi motive etmenin ve kurumsal başarıyı sürdürülebilir kılmanın en etkili yolu. İnsanlar, fikirlerinin değer gördüğü, emeklerinin takdir edildiği, yaratıcılıklarının teşvik edildiği ortamlarda çiçek gibi açar, daha üretken, daha yenilikçi olurlar.
Ne yapmalı peki bu durumda? Öncelikle fikirlerinizi paylaşırken yazılı kayıt tutmayı mutlak bir alışkanlık haline getirin. E-postalar, toplantı notları, sunumlar, detaylı proje dokümanları, hatta gerekirse ses kayıtları… Bunların hepsi sizin fikri mülkiyet sigortanız, yaratıcılığınızın güvencesi. Önemli toplantılarda fikirlerinizi paylaşırken, mutlaka önceden yazılı bir özet hazırlayın ve tüm katılımcılara dağıtın. Büyük projelerde, inovatif fikirlerinizi tarih damgalı e-postalarla belgelendirin, hatta mümkünse fikri mülkiyet haklarını yasal olarak koruma altına alın. Haksızlığa uğradığınızda da kesinlikle sesinizi duyurun. Tabii bunu yaparken profesyonel nezaketi elden bırakmadan, “Sanırım bu konuyu geçen haftalarda ben detaylı bir şekilde gündeme getirmiştim, hatta şu sunumda ve e-postalarda tüm detaylarını paylaşmıştım” gibi zarif ama kararlı bir hatırlatmayla başlayabilirsiniz.
Eğer bulunduğunuz kurumsal ortamda fikir hırsızlığı kronikleşmiş bir hal almışsa, sistemin bir parçası haline gelmişse, belki de yeni ufuklara yelken açma, yeni kapılar aralama vakti gelmiş demektir. Çünkü yaratıcılığınızın değer görmediği, fikirlerinizin sürekli çalındığı, emeğinizin hiçe sayıldığı bir yerde, ne siz profesyonel anlamda gelişebilirsiniz ne de kurumunuz sürdürülebilir bir başarı yakalayabilir. İnsanın potansiyelini tam anlamıyla ortaya koyabilmesi, yaratıcılığını özgürce sergileyebilmesi için, fikirlerine saygı duyulan, emeğinin karşılığını alabileceği, etik değerlerin hâkim olduğu bir ortamda çalışması olmazsa olmaz bir koşul.
Modern iş dünyasında rekabet elbette olacak, ama bu rekabetin etik sınırlar içinde kalması, karşılıklı saygı, güven ve adalet temelinde yürümesi hayati önem taşıyor. Fikir hırsızlığı, sadece bireyleri değil, kurumları da içten içe çürüten, motivasyonu öldüren, yaratıcılığı körelten, inovasyonu baltalayan sinsi bir virüs gibi. Bu tehlikeli virüse karşı en etkili aşı ise dürüstlük, şeffaflık, cesaret ve kararlılık. Fikirlerinizi korumak için gerekli tüm önlemleri alın, haksızlığa uğradığınızda sesinizi mutlaka duyurun ve en önemlisi, asla ama asla etik değerlerinizden vazgeçmeyin.
Unutmayın, bugün gösterdiğiniz sessizlik sadece sizin değil, kurumunuzun, sektörünüzün ve hatta tüm iş dünyasının geleceğini çalar. Bu sinsi hastalığa karşı en etkili tedavi, cesaretle ve zarafetle hakkımızı savunmak, etik değerlere sahip çıkmaktır. Çünkü yarının iş dünyası, bugün bizim göstereceğimiz duruş ve kararlılıkla şekillenecek. Ve belki de sizin bugün yükselteceğiniz ses, başkalarına da ilham verecek, cesaret aşılayacak, daha adil, daha etik, daha yaratıcı bir çalışma ortamının kapılarını aralayacak.
Geleceğin iş dünyası, bugün bizim göstereceğimiz cesarete ve etik duruşa bağlı. Ya sessiz kalıp bu zehirli kültürün yayılmasına göz yumacağız, ya da sesimizi yükselterek pozitif değişimin öncüsü olacağız. Tercih bizim ellerimizde. Ve unutmayın, tarih her zaman sessiz kalanları değil, cesaretle doğruyu savunanları yazıyor. Yarının iş dünyasında nasıl anılmak istediğinize bugünden karar verin.
Tarih