Türkiye’de son zamanlarda iş dünyasının en büyük şikâyeti aynı: “Krediye ulaşamıyoruz.”
“Krediye ulaşamıyoruz” serzenişi, Türkiye iş dünyasında her ölçekten şirketin ortak cümlesine dönüşmüş durumda. Ancak bu krizi yalnızca “krediye ulaşamıyoruz” diyerek açıklamak, resmi eksik okumak olur. Evet, finansmana erişimin zorlaştığı bir gerçek. Fakat bu cümle iki temel sorunun birleşimini yansıtıyor: Birincisi, bankaların kredi verme kriterlerinin değişmesi; ikincisi ise firmaların mali işler bölümlerinin bu yeni gerçekliğe yeterince hazırlanamaması. Bu iki unsur, bu krizin yalnızca dışarıdan değil, içeriden de besleniyor olabileceğini gösteriyor. Bankaları eleştirirken, şirketlerin de kendine sorması gereken bir soru var: “Bugünün kredi koşullarında, mali işler departmanımız hala klasik reflekslerle mi hareket ediyor?” Bu soruya yanıt vermeden önce bankaların kredi verme davranışındaki değişikliklere bakalım.
“Son dönemde kredi verme davranışlarını etkileyen temel değişkenler neler oldu?”
Kredi arzının kısıtlamasının arkasında hem makroekonomik belirsizlikler hem de regülasyon kaynaklı baskılar yer almakta. Yüksek enflasyonun sürdüğü bu dönemde, genel ekonomik belirsizlikle birleşen koşullar, bankaların kredi verme konusunda daha temkinli ve seçici davranmalarına neden oldu. Buna bir de TCMB ve BDDK tarafından getirilen aktif rasyolar, menkul kıymet tutma zorunlulukları, kredi büyüme sınırları gibi makro ihtiyati tedbirler eklendiğinde, bankaların risk iştahı doğal olarak azaldı.
Bugün bankalar, yalnızca güçlü teminatı ya da bilinir bir markası olan firmalara değil; aynı zamanda mali tabloları sağlam, nakit akışı öngörülebilir ve yönetsel olarak güven veren şirketlere kredi vermeyi tercih ediyor. Kredi artık sadece “teminat göstermek” üzerinden alınan bir kaynak değil; şirketin tüm finansal ve yönetsel yapısının bir bütün olarak değerlendirildiği bir güven ve sürdürülebilirlik testi haline gelmiş durumda.
Ancak madalyonun öteki yüzüne bakmadan bu tabloyu tamamlamak mümkün değil. Çünkü krediye erişim kadar, o kaynağı talep eden firmaların bu yeni koşullara ne kadar hazır olduğu da en az bankalar kadar belirleyici. Çünkü artık oyunun kuralları değişti: Finansal tablolar sadece geçmişi anlatmıyor, geleceğe güven vermesi gerekiyor.
“Kredinin yeni dili ‘güven ve veri’. Sizin mali işler departmanınız bu dili konuşabiliyor mu?”
Finansmana erişim kadar, bu kaynakları talep eden firmaların mali yönetim yeterliliği, şeffaflığı ve iletişim becerileri de bu sürecin belirleyici unsurları arasında. Pek çok şirket, finansmana erişim krizini yaşarken aslında kendi içindeki zayıf mali yönetim sistemleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Gelin şimdi, krizin iç cephelerine yani şirketlerin mali yönetim yapısına bakalım.
Firmalar Tarafından Bakıldığında: Asıl Zayıflık Nerede?
Finansmana erişimde ya da limit revizelerinde karşılaşılan zorlukların kaynağı, yalnızca bankaların tutumu değil; çoğu zaman şirketlerin kendi iç yapılarındaki eksikliklerdir. Firmaların en sık yaptığı hatalardan biri, bankaların karar süreçlerinde ihtiyaç duyduğu güveni oluşturacak düzeyde finansal şeffaflık ve tutarlılığı sunamamalarıdır. Bir mali işler yöneticisinden artık yalnızca sayıları paylaşması değil, bu sayıların arkasındaki hikâyeyi de anlatabilmesi beklenmektedir. Güncel olmayan, eksik ya da analiz edilmesi güç mali tablolar, daha sürecin başında bankalarda tereddüt yaratır.
Bankalar kredi değerlendirme sürecinde; “Bu kaynağı sağlarsam tahsil edebilir miyim?” sorusuna net ve ikna edici yanıtlar ararlar. Bu noktada birçok firma “İyi durumdayız, teminat da veriyoruz” yanılgısına kapılmakta. Oysaki bugün bankaların elinde, değerinin çok altında satışa çıkma riski taşıyan birçok ipotekli varlık zaten mevcut. Bu durumda, teminatın kalitesi kadar, firmanın düzenli nakit akışı, geri ödeme projeksiyonları ve sürdürülebilir kârlılığı öne çıkmaktadır. Ve tüm bu unsurlar ancak güven ile inşa edilir. Ancak güven sadece sözle kurulmaz; bu güven, şeffaf mali tablolar, ulaşılabilir ve iletişime açık mali işler ekipleri ile bankaların sorularına verilen tutarlı, mantıklı yanıtlarla inşa edilir.
Firmalar markalarını büyütmek adına büyük bütçeler ayırabiliyor. Ancak iş finansal ilişkilere geldiğinde, özellikle bankalarla kurulan iletişimde aynı özen gösterilmiyorsa, bu çaba finans dünyasında tam anlamıyla karşılık bulmayabilir. Çünkü artık yalnızca marka bilinirliği değil, mali yönetim kalitesi ve kurumsal duruş da sürecin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bankaların dikkat kesildiği konu sadece rakamlar değildir; bu rakamların ardındaki organizasyon yapısı, yönetim disiplini ve güven veren sistematik bir yapıdır. İyi yönetilen bir finansal iletişim, tıpkı başarılı bir pazarlama kampanyası gibi şirketin algısını ve değerini artırır. Bu nedenle, dışarıya anlatmak istediğiniz hikâyeyi içerideki yapı ile destekleyemiyorsanız, algı ile gerçeklik arasındaki bu fark banka nezdinde ciddi bir güven boşluğu yaratabilir.
Peki Sık Karşılaşılan Yapısal Zayıflıklara Bakalım;
•Yetersiz veya Analize Uygun Olmayan Mali Tablolar
Birçok firma, mali tablolarını ya eksik ya da güncelliğini yitirmiş biçimde sunuyor. Bazı durumlarda ise tablolar bankaların analiz etme alışkanlıklarına uygun bir yapıda olmuyor. Oysa artık sadece bilanço ve gelir tablosu sunmak değil; bu verilerin mantıklı bir bütünlük içinde anlatılması, trendlerle desteklenmesi ve geleceğe yönelik öngörülerle tamamlanması bekleniyor.
•Nakit Akışı Projeksiyonlarının Hazırlanmaması
Geri ödeme kapasitesi denildiğinde, ilk bakılan göstergelerden biri nakit akışıdır. Ancak bu konuda çoğu firma detaylı ve öngörülebilir plan sunamıyor. Oysa sağlıklı bir nakit planı, bankaya güven verir ve firmanın nakit yönetiminin disiplini hakkında doğrudan fikir oluşturur.
•Yetersiz Kredi Başvuru Dosyaları
Kredi başvurusunu, sadece bankanın talep ettiği evrakları göndermekten ibaret görmek büyük bir yanılgıdır. Bankaya sunulan bu belgeler, aynı zamanda şirketin kurumsallık seviyesi, finansal olgunluğu ve yönetim anlayışı hakkında doğrudan fikir verir. Eksik, dağınık ya da birbiriyle tutarsız belgeler, bankada risk algısını artırır ve sürecin güven zeminini zedeler. Bu nedenle evrakların hem eksiksiz hem de bütünlük içinde, okunabilir ve yorumlanabilir şekilde hazırlanması kritik önem taşır.
•Zayıf ya da Savunmacı Banka İletişimi
Bazı firmalar, bankalarla sadece ihtiyaç duyduklarında iletişime geçmeyi yeterli görüyor. Oysa bankalarla kurulan ilişki artık stratejik bir ortaklık olarak görülmeli. Düzenli, şeffaf ve proaktif iletişim, bankanın şirkete olan güvenini güçlendirir.
Finansal Kriz Değil, Finansal Yönetimin Krizi
Bugünün iş dünyasında finansmana erişememek kadar, erişilen kaynağın nasıl yönetildiği de hayati önem taşıyor. Şirketlerin çoğu, dış faktörleri suçlarken iç yapılarındaki zayıflıkları göz ardı ediyor. Oysa asıl mesele, finansal ihtiyaç ya da kriz dönemlerinde değil; bu sürece gelmeden önce nasıl bir hazırlık yapıldığıyla ilgilidir.
Finansal dayanıklılık, yalnızca piyasaların gidişatına göre hareket etmekle değil; güçlü bir mali yönetim yapısı, ileri düzey öngörü kapasitesi, donanımlı ekipler ve şeffaf, stratejik ilişkiler kurabilmekle mümkündür. Yeni dönemin mali işler yönetimleri, artık sadece muhasebe yapan değil, şirketin geleceğini şekillendiren stratejik karar merkezleri olmak zorundadır.
Makroekonomik koşullar zor olabilir, fakat bu zorluklara karşı gelişmiş mali okuryazarlık, proaktif yönetim anlayışı ve güçlü finansal iletişimle ayakta kalmak ve hatta fırsat yaratmak mümkündür. Unutulmamalı ki, sürdürülebilir büyümenin yolu, sadece kaynak bulmak değil; bulunan kaynağı etkili, güvenilir ve öngörülebilir biçimde yönetebilmekten geçmektedir.
“Belki de asıl kriz, finansmana erişememekte değil; şirketlerin finansal yönetim anlayışında gereken zihniyet dönüşümünü gerçekleştirememesinde yatıyor.”
Finansmana Erişememek mi, Finansman Krizini Yönetememek mi?
Tarih