İndirim Var Diye mi Alıyoruz? Alışverişte Psikolojimizin Oyunu

Tarih

Bazen dışarı çıkarken sadece bir kahve almak için evden çıkarız ama dönerken elimizde poşetlerle dolu oluruz. “Ama indirim vardı, kaçırmak istemedim” deriz. Oysa çoğu zaman gerçekten o ürüne ihtiyacımız yoktur. Peki neden böyle yapıyoruz? Gerçekten o indirim bize kazanç mı sağlıyor, yoksa sadece bizi kandıran tatlı bir his mi veriyor? Bu sorunun cevabı aslında sandığımızdan daha karmaşık ama bir o kadar da insani. Çünkü alışveriş sadece ihtiyaçla ilgili bir mesele değil, duygularımızla, ruh halimizle, bazen de kendimizi iyi hissetme arzumuzla birebir alakalı.
Bir mağazanın vitrininde kocaman “%70 indirim” yazısını gördüğümüzde beynimiz bir anda uyarılıyor. Sanki büyük bir fırsat yakalamışız gibi hissediyoruz. Normalde 1000 liraya satılan bir şeyi 600 liraya almak bize kendimizi zeki, kazançlı, hatta başarılı hissettiriyor. “Bak, ben ucuza buldum” demek bir tür zafer hissi yaratıyor. Aslında ortada kazandığımız bir şey yok, çünkü o 600 lira cebimizden çıkıyor. Ama beyin bunu kayıp değil kazanç gibi algılıyor. İşte bu yüzden indirim tabelaları bizim için sadece rakamlardan ibaret değil, duygularımıza dokunan küçük bir oyun gibi. Mağazalar da bunu çok iyi biliyor. Renkli afişler, büyük puntolar, “son fırsat” yazıları hep o heyecanı tetiklemek için.
Bazen evde dolabımızın önünde durup “giyecek hiçbir şeyim yok” deriz, halbuki askılar tıklım tıklım doludur. O anda mesele giysi değil, yenilik arayışıdır. Yeni bir kıyafet almak sanki hayatımıza biraz tazelik katacakmış gibi gelir. Oysa birkaç gün sonra o yeni aldığımız şey de dolabın bir köşesine karışır. Çünkü alışverişin asıl etkisi o anda yaşadığımız mutluluktur. Kredi kartını çekerken, paketi açarken, etiketi koparırken hissedilen o minik dopamin patlaması. Beyin o an için bize bir ödül veriyor. “Aferin, iyi hissettin” diyor. Fakat o his uzun sürmüyor. Tıpkı tatlı yemek gibi, kısa bir mutluluk, ardından pişmanlık. “Keşke almasaydım” demek için bazen sadece bir gün yeterli oluyor.
Günümüzde bu alışveriş duygusu artık sadece mağazalarla sınırlı değil. Telefonlarımız adeta mini alışveriş merkezine dönüştü. Instagram’da bir influencer yeni aldığı çantayı gösteriyor, TikTok’ta biri “favori indirimlerim” videosu paylaşıyor, YouTube’da “alışveriş turu” videoları karşımıza çıkıyor. Bir bakıyoruz, elimiz farkında olmadan “sepete ekle”ye tıklamış. Aslında o çantayı, o ruju, o ayakkabıyı değil; o kişi gibi hissetmeyi istiyoruz. Alışveriş artık sadece bir ürün almak değil, bir kimliği satın almak haline geldi. “Ben de öyle olabilirim” düşüncesi, bizi harcamaya itiyor. Halbuki gerçekte o ürünle birlikte o hayatı almıyoruz, sadece birkaç dakikalığına o dünyaya dokunmuş gibi hissediyoruz.
Bir de şu var: indirim sadece fiyatla ilgili değil, zaman baskısıyla da çalışıyor. “Sadece bugün”, “son 3 saat”, “stoklar tükeniyor” gibi cümleler bizi acele ettiriyor. Düşünmeye fırsat kalmadan karar vermemizi sağlıyor. Oysa çoğu zaman ertesi gün o ürün hâlâ orada, aynı fiyatla duruyor. Ama o anda beynimiz “kaçırırsam üzülürüm” korkusuyla hareket ediyor. Buna “fırsatı kaçırma korkusu”, yani FOMO deniyor. Sosyal medyada olduğu kadar alışverişte de çok güçlü bir etki yaratıyor. Bu yüzden insanlar bazen ihtiyacı olmadığı halde sırf “bitmeden alayım” diye alışveriş yapıyor.
İşin ilginç yanı, alışveriş sadece ihtiyaçlarımızı değil, duygularımızı da temsil ediyor. Üzgün olduğumuzda kendimizi mutlu etmek için alışveriş yapıyoruz. Başarılı bir gün geçirdiğimizde kendimize ödül olarak bir şey alıyoruz. Sıkıldığımızda, stresli olduğumuzda ya da boşlukta hissettiğimizde elimiz telefona gidiyor, uygulamaları açıyoruz. Sepet doldukça içimizde bir rahatlama hissi oluşuyor. Çünkü alışveriş, kısa süreli de olsa kontrol hissi veriyor. “Bir şey yapıyorum, kendim için bir şey alıyorum” duygusu bizi iyi hissettiriyor. Ama ne yazık ki o his kalıcı olmuyor. Tıpkı şekerli bir içecek gibi: içince enerji veriyor ama sonra daha da yorgun bırakıyor.
Gerçekten ilginç olan şu: alışverişten sonra çoğumuz küçük bir suçluluk hissi yaşıyoruz ama bu bile bazen alışkanlık haline geliyor. O pişmanlık bile döngünün bir parçası oluyor. “Bir daha yapmam” diyoruz ama birkaç gün sonra aynı döngüye giriyoruz. Çünkü sorun para harcamaktan çok, duygusal olarak tatmin olma arayışı. Modern hayatın temposunda, hızlı tüketim kültüründe, bir şey almak kolaylaştıkça duygusal boşluklarımızı alışverişle doldurur olduk. Birisi bir dönem sigaraya, diğeri tatlıya sarılıyor; biz ise “sepete ekle”ye.
Bir de toplumun yarattığı o görünmez baskı var. “Herkes yeni almış, ben de almalıyım.” “Yaza hazırlık yaptım”, “yeni sezona girdim”, “ofise dönüş alışverişi” derken aslında hep bir bahane buluyoruz. Tüketmek neredeyse bir yaşam biçimi haline geldi. Artık bir şeyi almak, onu kullanmaktan daha heyecan verici. Kargo geldiğinde duyulan sevinç, paketi açarkenki o minik mutluluk, sanki çocukken hediye almak gibi. Ama hediye kendimizden kendimize. Yine de bir süre sonra o heyecan da sıradanlaşıyor. Çünkü mutluluk satın alınabilir bir şey değil. Sadece kısa süreli bir kaçış.
Aslında alışverişin kötü bir şey olduğunu da söyleyemeyiz. Hepimizin ihtiyaçları var, bazen de gerçekten yeni bir şey almak iyi hissettirebilir. Önemli olan o sınırı fark etmek. “Bunu gerçekten istiyor muyum, yoksa sadece indirimde olduğu için mi alıyorum?” diye sormak bile bazen yeterli. Çünkü çoğu zaman yanıt o kadar net ki, sadece durup bir dakika düşünmek fark yaratıyor. Üstelik günümüzde her şeyin “hızlı” olduğu bir dönemde yaşıyoruz: hızlı yemek, hızlı mesaj, hızlı moda. Ama mutluluk, hızla değil, dengeyle geliyor.
Bazı insanlar son yıllarda “minimalizm” akımına yöneldi. Daha az ama daha anlamlı eşyalarla yaşamak. Belki de bu kadar tüketim arasında nefes alabilmek için iyi bir yol. Çünkü ne kadar çok şey alırsak alalım, içimizdeki boşluğu eşya doldurmuyor. Gerçek tatmin, ihtiyaçla arzuyu ayırt edebildiğimizde başlıyor. İndirim tabelaları, reklamlar, sosyal medya bizi ne kadar yönlendirse de, sonunda kararı veren yine biziz. Belki bir sonraki alışverişte kartı uzatmadan önce, “buna gerçekten ihtiyacım var mı?” diye sormak, hem cüzdanımıza hem ruhumuza iyi gelir.
Mesele para harcamak değil, neden harcadığımız. İndirim bizi kandırmıyor aslında, biz kendi duygularımızla küçük bir oyun oynuyoruz. Kendimizi biraz mutlu hissetmek, biraz “kazançlı” çıkmak istiyoruz. Belki de modern çağın en büyük yanılsaması bu. Alışveriş bize kısa bir heyecan, kısa bir sevinç veriyor ama gerçek doyum hiçbir poşetin içinde gelmiyor. Gerçek mutluluk, indirim tabelesinde değil, kendimizle barışık olabildiğimiz o sade anlarda saklı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Yapay zekâsız kalan şirketler için yok olma riski

Türkiye’de küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ), yapay zekâ...

Şirketlerin çalışanları ofise çekme mücadelesi büyüyor

Pandeminin en kalıcı miraslarından biri, iş hayatını kökten dönüştüren...

Yeni Başarı Üçgeni, Anlam – Erişilebilirlik – Topluluk

Bir dönemin başarı ölçütü çok basitti: daha fazla para,...

Hiper kişiselleştirme çağına giriş

Bir dönem için büyülü bir yenilikti: Adımızla başlayan epostalar,...