Bir ofisin havasını yalnızca klimanın sıcaklığı belirlemez. Gerçek sıcaklık, insanların birbirine nasıl baktığıyla ölçülür. Kimileri sabah işe girerken gözlerini yerden kaldırmaz, kimileri ise asansörde bile birbirine gülümsemeyi ihmal etmez. O küçük fark, bir işyerini sadece çalışılan bir yer olmaktan çıkarır; orayı yaşanabilir kılar. Çünkü iyi bir çalışma ortamı, görünmeyen duyguların, sessiz anlayışların, küçük ama derin davranışların toplamıdır.
İyi bir işyeri yaratmak, bordroların düzgün yatırılması ya da ergonomik sandalyelerle sınırlı değildir. Elbette bunlar önemlidir; ama insanın ruhuna dokunmaz. Ruhuna dokunmadığınız bir çalışanın potansiyeline de ulaşamazsınız. Çünkü insanlar yalnızca geçimlerini sağlamak için değil, anlam bulmak için de çalışır. Her gün aynı binaya girip çıkan biri, kendini değerli hissetmiyorsa, orası ne kadar modern olursa olsun, havası eksiktir.
İyi bir çalışma ortamı, “dinleyen bir kültür” ister. Çalışanın yalnızca sesini değil, sessizliğini de duyan bir yönetim anlayışı… İnsanların fikirlerini korkmadan dile getirebildiği, hata yapmanın öğrenmenin bir parçası sayıldığı bir iklim. Ne yazık ki birçok kurumda sessizlik, huzurun değil, bastırılmışlığın göstergesidir. Oysa birinin “Benim bir fikrim var” diyebilmesi, sadece cesaret değil; güven ister. Güven, bir kurumun görünmeyen sermayesidir.
İnsan kaynakları departmanları çoğu zaman yanlış anlaşılır. Sanki sadece işe alım ve performans ölçümüyle ilgileniyormuş gibi… Oysa asıl misyon, insanı “kaynak” değil, özne olarak görmekte gizlidir. Her öznenin bir hikâyesi, bir yarası, bir umudu vardır. İnsan Kaynakları bu hikâyeleri duymayı başarırsa, kurumun ruhu değişir. Çünkü dinlenilen bir insan, kendini yalnız hissetmez.
Bir yönetici, odasının kapısını açık tutarak bile büyük bir fark yaratabilir. Basit bir “Nasılsın?” sorusu, bir çalışanın gününü değil, bazen tüm aidiyet duygusunu değiştirebilir. Gerçek liderlik, emir vermek değil, kalpleri anlamaktır. Emirler korku yaratır; anlayış ise sadakat.
İyi bir çalışma ortamı, aynı zamanda adalet duygusunun korunduğu bir yerdir. İnsanlar adaletsizlikle başa çıkamaz; çünkü adalet, insanın iç terazisidir. Bir çalışanın emeği görülmediğinde, o terazinin dengesi bozulur. Takdir edilen bir emek, yeni bir enerji doğurur; ihmal edilen bir emek ise sessizce küser.
İş yerinde mutluluk, yüksek maaşlardan değil, karşılıklı saygıdan beslenir. Çalışanların fikirlerine değer verilmesi, farklı kimliklerin, dillerin, yaşların ve cinsiyetlerin bir arada nefes alabilmesi… bunlar bir lüks değil, insani bir gerekliliktir. Çünkü farklılık, korkulacak bir tehdit değil, zenginliğin ta kendisidir.
Ve sonunda, iyi bir çalışma ortamı dediğimiz şey, bir binanın duvarları arasında değil, insanların birbirine kurduğu görünmez köprülerde yaşar. Kapıdan içeri girerken sadece kartını değil, kendini de getirebildiğin bir yer… İşte orası, gerçek anlamda bir “işyeri”dir.
İş ortamı neden önemli?
Tarih
