Kapıdan Gidenler, Gönülden Gitmeyenler: İşten Çıkarmanın İnsani Yüzü

Tarih

Bir iş görüşmesinin en can alıcı anlarından biriydi. Adaya, “Sizin sormak istediğiniz bir şey var mı?” diye sordum. Çoğu zaman maaş, yan haklar veya terfi imkânları üzerine sorular gelir. Ancak bu adayın sorusu, beni derinden etkiledi. Yüzünde hem bir merak hem de bir endişe vardı: “En son işten çıkarılan kişinin çıkarılma sebebi ve sizin bu konuya yaklaşımınız, kurumun politikası nasıl oldu?”
Bir şirketin zor zamanlarda aldığı en acı kararlardan biri olan işten çıkarma, genellikle sadece bir “maliyet azaltma” işlemi olarak görülür. Ancak kapıdan ayrılan her çalışanın ardında, içeride kalanlar için sessiz ve yıkıcı bir maliyet faturası kesilir: Güven, sadakat ve üretkenlik kaybı. Harvard Business Review (HBR) ve diğer yönetim araştırmaları, bu insani krizin, şirketin geleceği üzerindeki uzun vadeli etkilerini rakamlarla ortaya koyuyor.
İşten çıkarmayı yönetme şekliniz, sadece gidenlere değil, asıl olarak kalanlara verdiğiniz en önemli kültür dersidir. Eğer bu süreç dürüstlük ve saygıdan yoksun yürütülürse, şirketin ruhunda derin yaralar açılır.
” Bir çalışanı işten çıkarma şekliniz, kalan tüm çalışanlarınıza verdiğiniz bir derstir. Eğer bunu saygıyla ve cömertçe yaparsanız, sadakati ikiye katlarsınız.” Sir Richard Branson
Kalanların Sessiz Çığlığı: Güven ve Bağlılık Krizi
Araştırmalar, işten çıkarma sürecinin dürüst ve saygılı bir iletişimle yönetilmemesi durumunda, organizasyonel bağlılıkta ve çalışan memnuniyetinde şok edici düşüşler yaşandığını gösteriyor.
•Bağlılık Çöküşü: İşten çıkarma sonrası kalan çalışanlarda Organizasyonel Bağlılıkta %36’lık, İş Tatmininde ise %41’lik bir düşüş gözlemlenmiştir. Bu veriler (Workhuman® ve Gallup analizlerine dayanan) gösteriyor ki, kalanlar bir anda kendilerini güvensiz bir zeminde buluyor.
•Sahte Sadakat: Çalışanlar, şirketlerinin “sadakatini” sorgulamaya başlar ve bir sonraki sefer kendilerinin de kapının önüne konulup konulmayacağını merak ederler. Güven olmadan ortaya çıkan sadakat, genellikle geçici ve sahte bir “hayatta kalma” güdüsünden ibaret kalır. Bu, yöneticilerin en büyük yanılgısıdır.
Üretkenlik Düşüşünün Çarpıcı Rakamları
Kalan çalışanlar, bu süreçte yaşadıkları suçluluk, korku ve endişe nedeniyle “hayatta kalma sendromu” yaşarlar. Bu duygusal yük, doğrudan şirketin temel operasyonlarına ve kârlılığına yansır.
Bu rakamlar, işten çıkarmanın kısa vadeli maliyet avantajını, uzun vadeli ve sürekli bir performans kaybıyla takas ettiğimizi gösteriyor.
Mezunlar ve Bumeranglar: Geri Dönen Sadakat
Peki ya “mezunlar”? Evet, mezunlar. Bir şirketten ayrılan herkes “eski çalışan” değildir. Eğer yollarınızı iyi niyetle ayırırsanız, o kişiler sizin için birer marka elçisi haline gelir. Sektörde sizin adınıza iyi şeyler söylerler, potansiyel adaylara referans olurlar. Onlar, sizin en güçlü savunucularınızdır.
Ve bir de bumerang çalışanlar var. Hani şu, bir süre dışarıda tecrübe edinip, daha sonra şirkete geri dönenler. Bu kişiler, hem dış dünyanın taze rüzgârını içeri taşırlar hem de kuruma olan bağlılıkları daha da pekişmiş olarak gelirler. Bu, doğru yönetilmiş bir işten çıkarma sürecinin en somut faydalarından biridir. Eğer bir şirket, zor zamanlarda bile çalışanlarına onurlu davrandıysa, o çalışanlar oraya geri dönme olasılıkları daha yüksektir.
Şimdi bir hayal kurun: Şirketinizin bir mezunlar ağı var. Tıpkı bir üniversitenin mezunlar derneği gibi. Bu ağ, sadece sosyal bağları değil, aynı zamanda profesyonel bir köprüyü de temsil ediyor. Bu ağın üyeleri, sizin şirketinizin hikâyesini dışarıda anlatan, sizin değerlerinizi temsil eden insanlar. Bu, işveren markanız için harika bir yatırımdır.
İnsani Çözüm: Şeffaflık ve Veda Mektupları
Peki, bu maliyeti en aza indirmek ve kalanların güvenini korumak mümkün mü? Yönetim uzmanları, anahtarın şeffaf, tutarlı ve şefkatli iletişimden geçtiğini vurguluyor.
•Onay ve Teşekkürün Gücü: Harvard Business School’daki vaka çalışmaları, liderlerin işten çıkarılanlara yönelik duyurularında kullandığı “teşekkür” ve “katkıları onaylama” dilinin önemini vurgular. İşten çıkarma mektubu, sadece bir bildirim değil, kalanların gözünde şirketin itibarını koruyan kritik bir belgedir.
•Yöneticinin Kritik Rolü: Zor zamanlarda güven yaratmanın temel taşı, şeffaflık ve savunmasızlıktır. Araştırmalar, yöneticilerin kalan çalışanlarla bire bir görüşmeler yapmasını, onları dinlemesini ve duygularına gerçekten yanıt vermesini önerir. Bu, o korku ve endişe anında, liderin insan olduğunu gösteren en güçlü eylemdir.
” İnsanları işten çıkarırken onurunu korursanız, kalanlar omuz silkmez; size güvenirler. Çünkü bilirler ki, gün geldiğinde kendilerine de aynı şekilde davranılacaktır.” Ben Horowitz
Bir işten çıkarma fırtınası dindiğinde, şirketin geleceği, kapıdan gidenlere nasıl davrandığını izleyen kalanların ellerindedir. Onların güvenini ve gönül bağını korumak, sadece etik bir zorunluluk değil, aynı zamanda sürdürülebilir yönetim ve kârlılığın en akılcı stratejisidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

İş gücünü dönüştüren 4 Teknoloji ve 7 İş gücü sektörü

WEF’in Ekim 2025 tarihli “Jobs of Tomorrow” beyaz kâğıdı, işgücünü dönüştüren dört teknolojiyi, AI, robotlar ve otonom sistemler (fiziksel AI), enerji teknolojileri ile ağlar ve algılama, merkeze alıp dünyanın en büyük yedi iş grubuna (tarım, imalat, inşaat, işletme-yönetim, toptan/perakende, ulaştırma-lojistik, sağlık) etkilerini resmediyor: İşverenlerin %86’sı AI’ın 2030’a dek şirketlerini dönüştüreceğini öngörürken, gen AI tabanlı “AI ajanlarının” bağımsız görev yürütmesi üretkenlik vaat ediyor fakat gizlilik ve güvenilirlik risklerini büyütüyor; robotik kurulumları 2020’den beri yılda %5–7 artarken son iki yıldaki yaklaşık %40’lık maliyet düşüşü ve kurulumların %80’inin Çin, Japonya, ABD, Kore ve Almanya’da yoğunlaşması fiziksel otomasyonu hızlandırıyor; enerji tarafında işverenlerin %41’i dönüşüm bekliyor ve EV’ler ile veri merkezleri yeni talep dalgaları yaratıyor; ağ ve sensörlerdeki ilerleme (yüksek çözünürlüklü kameralar, LiDAR, dokunsal sensörler) diğer tüm teknolojilerin etkinliğini katlıyor, ancak Avrupa’daki %91’e karşı Afrika’daki %38 internet erişimi dijital uçurumu büyütme riski taşıyor. Bu tablo, tarımda dron operatörlerinden veri analistlerine uzanan yeni rolleri, imalatta AI destekli kalite güvencesi ve kök neden analitiğini, inşaatta BIM+AI ve yarı otomatik tuğla döşemeyi, işletme-yönetimde uzaktan çalışmanın ve Aİ’nin belirsiz denklemini, perakendede talep tahmini ve enerji depolama altyapısının teknik operatör ihtiyacını, lojistikte AI ajanları, depo robotları ve gerçek zamanlı platform optimizasyonunu, sağlıkta idari otomasyonla %70–90’a varan işlem süresi düşüşlerini ve tahmine dayalı analitiği bir arada gösteriyor; fakat aynı anda beceri-eğitim uyumsuzluğu, düşük-orta beceri işlerde kitlesel kayıp, insan özneliğinin algoritmik erozyonu ve enerji/ekoloji sınırları gibi kırılganlıkları büyütüyor. Sonuçta resim net: üretkenlik ve ölçeklenebilirlik teknolojiden gelir, ama geleceğin işinde değeri belirleyecek olan hâlâ insanın kendisi, yaratıcılık, etik yargı, empati ve uyum becerisi; yani makinenin kurduğu düzenin içinde anlamı kurabilme gücü.

İş Hayatında Sessiz Felaketler

Sabahları aynı yüzler, aynı sessizlik; herkesin elinde telefon, yüzünde yorgun bir ciddiyet. Modern çağın görünmez marşı, verimlilik temposuyla atılan adımların arasında insanın sesi kayboluyor. Artık felaketler iflasla, krizle değil, içten içe yanan tükenmişlikle ölçülüyor. Dışarıdan parlak, içeriden boş insanlar birer birer sabah işe koşarken aslında kaçıyor, kendinden, sessizlikten, anlam arayışından. Kariyer bir umut olmaktan çıkıp bir yarışa, bir maskeye dönüşmüş; herkes güçlü görünmeye mecbur, herkes “iyiymiş gibi” yapıyor. Mobbing, görünmeyen rekabet, gülümseyen yorgunluk… Modern ofisler sessiz yangınlarla dolu. Bir mail, bir karar her şeyi yıkabiliyor, çünkü sistemde insanın adı yok. Ama yine de bir umut var: çünkü felaketin içinde bile insaf, anlayış, teşekkür hâlâ mümkün. Çalışmak, sadece üretmek değil; yaşamakla, anlamla, insanla bağ kurmak olmalı. Asıl felaket unutmaktır ,neden başladığımızı, neye inandığımızı unuttuğumuzda. Yorgun yüzlerin arasında hâlâ “Ben hâlâ kendim miyim?” diye soranlar var. O soru varsa, umut da var. Çünkü insan, çalışarak değil, anlamını koruyarak insan kalır.

Kamera, Işıklar, Motor?

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla birlikte, kullanım alanları veri analizinden sanata, yazıdan videoya kadar genişledi. DALL-E ve Imagen gibi ilk görüntü modelleri hatalarına rağmen bu devrimin öncüleriydi; ardından gelen Veo 3, sesli video üretebilen ilk model olarak çıtayı yükseltti. Aynı dönemde “AI Commissioner” filmiyle dünyanın ilk yapay zeka aktrisi Tilly Norwood sahneye çıktı, hatta bir menajerlik ajansına kaydoldu. Meta, Midjourney ortaklığıyla “Vibes” adını verdiği tamamen yapay zekalı bir video paylaşım alanı kurarken, OpenAI da Sora 2 modelini ve buna bağlı sosyal medya platformunu duyurdu; kullanıcılar artık yapay zekayla video üretip birbirlerinin içeriklerini yeniden kurgulayabiliyor. Google’ın Veo 3.1 sürümü ise daha doğal sesler, gelişmiş dudak senkronu ve kesintisiz sahne akışıyla dikkat çekti. Kusurları hâlâ gözle görülse de bu modeller artık insan benzeri karakterler yaratabiliyor, fiziksel tutarlılığı koruyabiliyor ve hikâye devamlılığını yakalayabiliyor. OpenAI destekli 30 milyon dolarlık “Critterz” filmi ve Amazon’un kişiye özel içerik üreten Showrunner projesi, sinema ve eğlencenin geleceğine işaret ediyor. Ancak tüm bu ilerlemenin merkezinde hâlâ insan var; çünkü yapay zekanın yaratıcılığı bile insanın üretiminden doğuyor. Bu nedenle teknolojinin gelişimi, sanatçıyı dışlamadan ve kötüye kullanıma açık bırakmadan sürdürülmek zorunda.

Hedeflerle Yönetim, Strateji ve Anlam Arayışı Üzerine

Butan’dan dönüşte kulağında yankılanan rehberin “Biz geliri değil, mutluluğu ölçüyoruz” sözüyle başlayan düşünceler, ölçümlemenin anlamını sorgulayan bir iç konuşmaya dönüşür. Kurumsal dünyada hedefler genellikle yukarıdan belirlenir, çalışanlar da bu çerçevede performanslarını sayılarla kanıtlamaya çalışır; ancak zamanla hedefin ardındaki “neden” kaybolur. Hedefler anlamla buluşmadığında, çaba yüzeyde kalır. Gerçek başarıyı tanımlayan şey, yalnızca kâr ya da büyüme değil, sürdürülebilirlik ve değer yaratmadır. Drucker’ın ölçme vurgusu yönetimin temelini atarken, Kaplan ve Norton bunun tek başına yeterli olmadığını, kültürün ve öğrenmenin de ölçülmesi gerektiğini gösterir. Dönüştürücü liderlik anlayışı ise, insanı merkeze alarak ölçümleri bir araç, anlamı ise amaç haline getirir. Çünkü insan performansı yalnızca baskıyla değil, inanç ve aidiyetle beslenir. Tıpkı Butan’da mutluluğun gözlerde aranması gibi, liderliğin de asıl ölçütü insanların içsel tatminidir. Gerçek lider, hedef koymaktan çok anlam yaratır; stratejisini rakamlardan değil, insanın kim olmak istediğinden besler.