Mülakatlarda asla sorulmaması gereken sorular

Tarih

İş görüşmesi odasının havası ısınmış, karşılıklı gülümsemelerle profesyonel bir samimiyet yakalanmıştır. Adayın yetkinlikleri ve tecrübesi, pozisyon için biçilmiş kaftan olduğunu fısıldar. İşte tam o anda, o ince çizginin aşıldığı an gelir. Görüşmeyi yapan yönetici, belki de sadece ortamı daha da rahatlatmak için o soruyu sorar: “Evli misiniz, çocuk var mı?” veya “Buralı mısınız?” Bu, bir iş görüşmesini, yetenek avını, stratejik bir karar anını; bir anda sıradan bir mahalle sohbetine indirgeyen, tehlikeli bir virajdır.
Sorun, bu soruların kötü niyetli olması değil, stratejik olarak kör olmasıdır. Modern yönetim aklı, bir süreci verimliliği ve isabet oranıyla ölçer. İşe alım, bir fal seansı veya arkadaş edinme çabası değildir; bir öngörü bilimidir. Adayın özel hayatına ait detayların, onun bir projeyi zamanında bitirme, bir ekibe liderlik etme veya yaratıcı bir çözüm üretme becerisiyle istatistiksel olarak hiçbir ilişkisi yoktur. Bu sorularla toplanan her bilgi kırıntısı, aslında karar mekanizmasını zehirleyen birer önyargı tohumudur. Bir adayın yaşı, medeni durumu veya memleketi, zihnimizdeki kalıp yargıları harekete geçirir ve liyakatle verilmesi gereken bir kararı, bilinçdışımızın karanlık dehlizlerine havale eder. En parlak yeteneği, işle alakasız bir “acaba?” sorusu yüzünden gözden kaçırma riskidir bu.
Bu yaklaşımın maliyeti, sadece yanlış adayı seçme riskinden ibaret değildir. Artık masanın tek tarafında oturan bir güç merkezi yok. Nitelikli her aday, aynı zamanda bir denetçidir. Sorduğunuz her soru, aday için şirket kültürünüzün, değerlerinizin ve profesyonelliğinizin bir röntgenidir. Özel hayata saygı göstermeyen, sınırları belirsiz bir mülakat süreci, en iyi yeteneklere “burası benim yerim değil” mesajını verir. O aday yalnızca bir sonraki teklifi değerlendirmekle kalmaz, yaşadığı bu olumsuz tecrübeyi profesyonel çevresine de taşıyarak şirketinizin işveren markasını farkında olmadan zedeler. Böylece tek bir hatalı soru, gelecekte kapınızı çalabilecek nice değerli adayı daha size ulaşmadan kaybetmenize neden olur.
İyi de, pusula neyi göstermeli? Cevap, odağı kişiden yetkinliğe çevirmekte gizli. Adayın bağlılığını ve işe olan adanmışlığını mı ölçmek istiyorsunuz? Ona hafta sonu planlarını değil, pozisyonun gerektirdiği esnek çalışma saatlerine veya seyahat programına uyumunu sorun. Tecrübesinden mi emin olmak istiyorsunuz? Doğum tarihini sormak yerine, “Bu alanda kaç yıldır profesyonel olarak çözüm üretiyorsunuz?” deyin. İşin gerektirdiği fiziki bir güç varsa, genel sağlık durumunu değil, doğrudan o fiziki görevi yerine getirip getiremeyeceğini sorgulayın. “Baskı altında nasıl karar alırsın?” sorusunun vereceği bilgi, adayın siyasi görüşünün vereceğinden binlerce kat daha değerlidir.
Nihayetinde, mülakat masasını kişisel merakların sergilendiği bir vitrinden, bilimsel verilerin toplandığı bir laboratuvara dönüştürmek bir tercih değil, zorunluluktur. Bu, daha “soğuk” veya “insanlıktan uzak” bir süreç anlamına gelmez. Aksine, her adaya eşit, adil ve saygılı davranarak en insani ve en isabetli sonuca ulaşmanın tek yoludur. Çünkü günün sonunda cevaplanması gereken tek bir stratejik soru vardır: Bu insan, bu işi layıkıyla yapabilir mi? Bu sorunun etrafındaki her şey, hedeften saptıran birer gürültüden ibarettir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Ekibi Değiştirmek Kolay; Ya Kendini.

Kurumlarda gerçek ve sürdürülebilir dönüşümün anahtarı, dışsal değişikliklerden (ekip veya organizasyon şeması değişimi) ziyade liderin kendi içsel dönüşümünden geçer. Ekibi değiştirmek kolay olsa da, bu yalnızca görünürde bir hareket yaratır ve liderin iş yapış biçimi, öncelikleri ve alışkanlıkları sabit kaldıkça sonuçlar tanıdık kalır. Metin, kurumsal dönüşümün liderin öz-farkındalık ve öz-önderlik becerilerini geliştirmesiyle ivme kazandığını, bu becerilerin stres dayanıklılığını, performansı ve ilişkileri iyileştirdiğini vurgular. Etkili değişim için liderin "önce ben neyi bırakacağım?" sorusunu sahiplenmesi, savunmayı askıya alarak dinlemesi ve Dunning–Kruger tuzağından kaçınıp entelektüel alçakgönüllülük göstermesi gerekir. Kültür, liderin söyledikleriyle değil, örnekledikleri ve ödüllendirdikleriyle şekillenir; bu nedenle lider değişmeden kültürün değişmesi beklenemez. Pratikte bu, eski öncelikleri durdurmak, düzenli dinleme halkaları oluşturmak ve liderin kendi gelişim planlarını şeffaflıkla paylaşmasıyla başlar. Nihayetinde, hız ile ilerleme aynı şey değildir; en zor olan, yani liderin kendi davranışlarını değiştirmesi, ekibin değişmek zorunda kalması yerine istemesini sağlayan ve uzun vadede en verimli olan başlangıç noktasıdır.

Kişinin, “var olsun” diye uğraştıklarının yoklukları ile sınavı…

İnsan çoğu zaman sahip olduklarından çok, kendisinden esirgenenlerin peşine düşer; bu eksiklik duygusu kişiliği, kararları ve davranışları şekillendirir, hatta toplumsal sorunlara kadar uzanır. Freud’un “kişilik bastırılmış arzuların toplamıdır” sözüyle örtüşen bu hal, çocuklukta duyulmayan bir “aferin”den, iş dünyasında engellenen fırsatlara kadar her yerde kendini gösterir. Eksiklikler bazen sanatta yaratıcı güce dönüşse de çoğunlukla tatminsizlik, gösteriş merakı ve hatta şiddet olarak geri döner. Çözüm ise V.I.T.R.I.O.L. mottosunda gizlidir: insanın kendi iç derinliklerine inip arınması ve gizli taşını keşfetmesi.

Ünvanlar geçer, iyilik kalır

Çoğu insanın hayattaki hedefi meslek, para ya da başarı olurken “iyi insan olmak” çok az dile getirilen ama en kıymetli hedeftir; unvan, makam ve servet bir yere kadar taşırken, asıl değer vicdanla barışık kalabilmekte ve küçük anlarda erdemli seçimler yapabilmektedir. Haksızlığa karşı ses çıkarmak, menfaati reddetmek, affetmek gibi görünmeyen anlar insanın gerçek karakterini belirler. Toplum kalıplar dayatsa da, insanı ölümsüz kılan şey unvanı değil, “iyi bir insan” olarak hatırlanmasıdır.

İnsan Kaynaklarında Ücretlendirme: Adaletin Kaybolduğu Yerde Güven de Kaybolur

Bir iş yerinde maaş sadece bordroya yazılan bir rakam değil, çalışanın gözünde değerinin ölçüsüdür; adil olmayan ücretlendirme motivasyonu düşürür, sessiz istifayı tetikler ve yetenek kaybına yol açar. Google’ın şeffaflık politikası ya da Tesla’nın performansa dayalı prim sistemi gibi örnekler güveni artırırken, kişisel ilişkilere dayalı ücret farklılıkları ekip verimliliğini hızla yok edebilir. X kuşağı için güvence, Y kuşağı için şeffaflık, Z kuşağı içinse yan haklar ve esneklik öne çıkarken, en kritik nokta “eşit işe eşit ücret” ilkesinin korunmasıdır. Maaş, bir şirketin görünmeyen ama en güçlü sermayesidir; adalet sağlandığında güven, bağlılık ve verimlilik de beraberinde gelir.