B ve C Planın Hazır Mı?

Tarih

Gelinen iş ortamında, şirketlerin ayakta kalabilmeleri ve rekabette öne çıkabilmeleri için geleneksel planlama yaklaşımlarının ötesine geçmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir.
Artık uzun vadeli, katı, değişmez planlar yapmak yerine; kısa dönemli, esnek, adaptasyona açık planlama stratejileri geliştirmek şirketler için bir zorunluluk haline gelmiştir. Tam da bu noktada karşılarına esnek ve modüler planlama kavramları çıkıyor. Peki nedir bu esnek ve modüler planlama, şirketlere ne gibi faydalar sağlar, nasıl hayata geçirilir? Bu yazıda tüm bu sorulara yanıt bulunmaya çalışılacak.
Esnek planlama, kısaca şirketlerin değişen koşullara göre planlarını hızlıca uyarlayabilmelerini sağlayan bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Burada amaç, uzun soluklu, değişmez planlar yapmak yerine; kısa vadeli, gerektiğinde revize edilebilen, dinamik planlar oluşturmaktır. Böylece şirketler beklenmedik gelişmeler karşısında çevik davranabilme, yeni fırsat ve tehditlere göre rotayı değiştirebilme imkanı bulur. Geçtiğimiz yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi süreci, esnek planlamanın hayati önemini gözler önüne sermiştir. Seyahat, turizm, perakende gibi birçok sektörde faaliyet gösteren şirketler, önceden yaptıkları tüm planları bir kenara bırakıp sıfırdan stratejiler geliştirmek mecburiyetinde kalmıştır. Kimileri bunu başarıyla gerçekleştirip krizi fırsata çevirirken, değişime ayak uyduramayan pek çok firma ne yazık ki kepenk indirmek zorunda kalmıştır.
Modüler planlama ise bir sistemin parçalarının birbirinden bağımsız, değiştirilebilir ve yeniden bir araya getirilebilir olması ilkesine dayanır. Bu, tıpkı bir lego oyunu gibi düşünülebilir. Planın farklı parçaları ihtiyaca göre sökülebilir, yeniden düzenlenebilir, farklı şekillerde kombine edilebilir. Bu da şirketlere pek çok avantaj sağlar. Kaynaklar çok daha verimli kullanılır, riskler minimize edilir, esneklik üst düzeye çıkar. Mesela bir yazılım projesinde modüler planlama sayesinde, farklı ekipler birbirinden bağımsız olarak çalışabilir, kodun farklı parçaları ihtiyaca göre değiştirilebilir, güncelleme ve bakım işlemleri kolayca yapılabilir. Ya da bir otomobil üreticisi modüler planlama ile farklı model ve segmentler için ortak parçalar kullanabilir, stok maliyetlerini düşürebilir, verimliliği artırabilir.
Peki esnek ve modüler bir planlama sisteminin kurulması için atılması gereken adımlar nelerdir? Öncelikle planların daha kısa zaman aralıklarına bölünmesi gerekir. Bir yıllık değil, üç aylık hatta aylık bazda planlamalar yapılmalıdır. Böylece değişen şartlara göre gerekli revizyonları yapmak çok daha kolay hale gelecektir. Ayrıca planlar mümkün olduğunca modüler bir yapıya kavuşturulmalıdır. Yani planın farklı bileşenleri birbirinden ayrılmalı, gerektiğinde bağımsız hareket edebilmeleri sağlanmalıdır. Örneğin insan kaynakları planlaması ile finansal planlamanın birbirinden ayrılması, değişen bütçe koşullarına göre işe alımların adapte edilmesini kolaylaştıracaktır.
Planlama sürecinin olmazsa olmazlarından biri de katılımcılık olarak görülmektedir. Farklı departmanlardan çalışanların sürece dahil edilmesi, çok daha geniş bir bakış açısı kazandırır. Böylelikle muhtemel risk ve fırsatlar önceden öngörülebilir, tüm paydaşların ihtiyaçlarını gözeten bütüncül bir yaklaşım geliştirilebilir. Üstelik çalışanlar kendi katkı sundukları planları çok daha fazla sahiplenir, motivasyonları artar. Bir diğer kritik nokta ise planların sürekli gözden geçirilmesi ve gerektiğinde değişiklik yapmaktan çekinilmemesidir. Koşullar değiştiyse planların da değişmesi doğal karşılanmalıdır. Bu bir başarısızlık değil, çevik olabilmenin bir gereği olarak görülmelidir.
Şirketlerin olası kriz ve acil durum senaryoları için B ve C planları hazırlaması, beklenmedik olaylara karşı hazırlıklı olmalarını sağlar. Hangi koşulda nasıl davranılacağı, kimlerin ne rol üstleneceği önceden netleştirilmeli, herkes bilgilendirilmelidir. Tüm bu süreçlerde veri odaklı karar verme de büyük önem taşır. Sağlam pazar araştırmaları, müşteri geri bildirimleri, rakip analizleri gibi veriler planlamaya yön vermeli, şirketlerin daha isabetli öngörüler yapmasına imkan tanımalıdır.
Planlama bir takım sporudur. Ortak amaçların herkes tarafından özümsendiği, sorumlulukların adil dağıtıldığı, açık bir iletişim ve güçlü bir koordinasyonun hakim olduğu bir takım ruhu ile ancak planlar hayat bulabilir. Geçenlerde bu konuda bir eğitim verilen bir şirkette yaşananlar bu tespiti doğrular niteliktedir. Farklı departmanlar arasında güvensizlik ve iletişimsizlik had safhadaydı. Herkes kendi planını yapıyor, diğer bölümleri umursamıyordu. Yönetim de bu soruna duyarsız kalıyordu. Sonuç olarak hiçbir plan tam anlamıyla uygulanamadı, hedeflerin çoğuna ulaşılamadı. Bu da gösteriyor ki esnek ve modüler planlar ancak takım oyunuyla başarıya ulaşabilir.
Belirsizliklerin hüküm sürdüğü günümüz dünyasında esnek ve modüler planlama artık şirketler için bir seçenek değil, zorunluluk haline gelmiştir. Değişime hızla ayak uydurabilen, farklı senaryolara göre aksiyon alabilen, parçaları birbirinden bağımsız çalışabilen bir planlama yaklaşımı, şirketlere büyük rekabet avantajı sağlar. Unutulmamalıdır ki artık oyunun kuralları değişmiştir. Durağan, uzun soluklu, tek tip planlarla yol almaya çalışmak, günümüz rekabet ortamında ayakta kalmayı imkansız hale getirir. Nasıl ki evrim sürecinde hayatta kalmayı başaranlar değişime en iyi uyum sağlayabilen canlılar olmuşsa, iş dünyasının geleceğini de esnek ve modüler planlama becerilerine sahip şirketler şekillendirecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

En kötü ne olabilir ki?

Geçen hafta bir arkadaşımın “savunma yazısı” nedeniyle yaşadığı kaygı, beni insanların en kötü senaryolara odaklanma eğilmi üzerine düşündürdü. “En kötü ne olabilir ki?” sözü, çoğu zaman bizi korumak yerine potansiyelimizden uzaklaştıran bir düşünce kalıbına dönüşüyor. Oysa olumsuzluklara odaklanmak yerine, onları birer fırsat olarak görmek; hayatı elmas gibi her yüzüyle parlatmak demektir. Tıpkı iyi kesilmemiş bir pırlantanın ışığı yutması gibi, olumsuz düşünceler de yaşam enerjimizi söndürür. Satranç ustası Lasker’in dediği gibi, “İyi bir hamle gördüğünde, bekle ve daha iyisini ara.” Bu, yalnızca stratejide değil, hayatta da geçerli bir bilgelik. Çünkü iyimserlik bir karakter özelliği değil, bilinçli bir seçimdir. Korkunun yönettiği zihni susturup, değerlerimize uygun bir tutum geliştirdiğimizde hem kendimizi hem de hayatı daha net görürüz; işte o zaman ışığımız gerçekten parlar.

İnsanları tanımak için sorular sormak

İnsan kaynaklarının en temel görevi, yalnızca doğru özgeçmişi bulmak değil, insanın derinliklerine inerek doğru kişiyi doğru pozisyona yerleştirmektir. Bu nedenle mülakatlarda sorular, bir bilgi toplama aracı olmaktan çok, adayın karakterini, motivasyonunu ve değerlerini keşfetmeye yarayan birer pusula haline gelir. Açık uçlu, düşünmeye teşvik eden sorular, adayın kriz anlarındaki tutumunu, işine olan yaklaşımını ve kurum kültürüne uyum potansiyelini ortaya koyar. Etkili bir mülakat, mekanik bir sorgudan ziyade samimi bir diyalog sürecidir; iyi dinleyen ve derinleşebilen bir İK profesyoneli, yalnızca yetenekleri değil, kişinin şirketin geleceğine katkı potansiyelini de görür. Sonuçta insan kaynaklarında başarı, doğru soruları sorma cesaretine sahip olmakla başlar; çünkü her iyi soru, doğru insanı bulmanın ve sürdürülebilir başarıyı inşa etmenin kapısını aralar.

Ajan Savaşları

Büyük yapay zekâ şirketleri yeni modellerin beklentilerini artırırken, sektörde ilerleme hızı belirgin şekilde yavaşladı. CEO’lar bu durumu işlemci gücü ve elektrik yetersizliğine bağlasa da asıl sorun, artık internette eğitime uygun gerçek veri bulamamak. Zira içeriğin yaklaşık %40’ı zaten yapay zekâ tarafından üretiliyor ve bu da sistemi “kendi ürettikleriyle” besleyip hatalara açık hale getiriyor. Öte yandan, yeni odak noktası olan yapay zekâ ajanları, yarı bağımsız hareket edebilme yetenekleriyle teknolojide yeni bir dönem başlatıyor. Ancak kullanıcı güveni azalıyor; yanlış bilgi, düşük doğruluk ve üretkenlik sorunları nedeniyle şirketlerin %95’i yatırımlarından dönüş alamıyor. Buna karşın rekabet sürüyor: xAI, Perplexity ve Genspark AI gibi firmalar ajan tabanlı sistemlerini hızla piyasaya sürüyor. Tüm bu gelişmeler, yapay zekânın bir “balon” olsa bile kalıcı etkiler yaratacağını gösteriyor. Bu nedenle dünya çapında “yapay zekâ kırmızı çizgileri” anlaşması çağrıları artarken, Kaliforniya’nın yürürlüğe soktuğu denetim yasası, kontrolsüz teknolojinin doğuracağı risklere karşı umut verici ilk adım olarak öne çıkıyor.

Eski camlar bardak olurken SEO tahtına da RAO kuruluverdi…

Arama Motoru Optimizasyonu (SEO) uzun yıllar dijital dünyanın kalbi olarak görülse de, artık tahtını yeni bir oyuncuya, RAO’ya (Retrieval Augmented Generation – Geri Getirme ile Güçlendirme) bırakıyor. SEO’nun “ara ve seç” mantığı yerini, RAO’nun “senin için aradım, işledim ve özetledim” yaklaşımına bırakıyor. Yapay zekâ destekli bu sistem, dağınık bilgi yığınlarını anlamlı, güncel ve bağlamsal cevaplara dönüştürerek kullanıcıya zaman kazandırıyor. SEO hâlâ tamamen yok olmayacak olsa da, içerik üreticilerinin bundan böyle yalnızca Google’a değil, RAO tabanlı yapay zekâlara da “görünür” olmayı hedeflemesi gerekecek. Dijital çağın yeni vektörü artık yalnızca bilgiye erişmek değil, bilgiyi anlamlandırmak olacak.