Başarıda Motivasyonun Gücü

Tarih

Caner ÇAYLI

Başarılı olmak isteyen herkesin bunu yapacak kaynağı farklıdır. Başarıyı ulaşılacak bir hedef olarak gören iş dünyası, bu motivasyonu değerli bir unsur olarak kabul eder ve bu doğrultuda sistemler geliştirir. Beyinimiz tutarlı olmayı sever. Bunun için karşılaştırma yapar, eksikliği bulmaya çalışır. Stresten kaçarak motive olmaya çalışır. Bu yazı başarının bir yolculuk olduğunu, varılacak bir nokta olmadığını, çalışanlara bu yolculuğu nasıl tasarlayacağımız ile ilgilidir.
Yapma isteğini oluşturan üç önemli unsur vardır: Özerklik (Otonomi), Ustalık ve Amaç. İş hayatında, işin zenginleştirilmesi, görev esnekliği, inisiyatif alma ve işin gelişimine katkı sağlama gibi faktörler özerkliği teşvik eden önemli belirtilerdir. Performans yönetiminde sıklıkla odak, şirketlerin ne kadar sürede neleri başardığını ölçmeye yöneliktir. Bu yolculuğu daha keyifli hale getirmek için sonuca ulaşma çabasının her aşamasında yararlı etkileri ölçen bir yaklaşım benimsemek önemlidir. Özellikle Z kuşağı gibi hızlı tempoya alışmış nesiller, etki yaratmayı ve kariyer basamaklarının hızlı olmasını önemserler. Bu nedenle şirketler, kariyer ünvanları yerine yaratılan etkiye dayalı ünvanlar oluşturmayı tercih ederler.
Özerklik, insanların yeteneklerini ve potansiyellerini tam olarak keşfetmelerine olanak sağlar. – Sheryl Sandberg
İşin teknik yönleri monotonluk yarattığında, şirketlerin uygun bir iş ortamı sağlaması, işe katkıda bulunabilecek kişilerin motivasyonunu artırır. Sosyal etkileşimin arttığı, farklı nesillerin bir araya geldiği, mobil uygulamaların yaygın olduğu bu dönemde önemlidir. Çalışanların sürekli olarak etkileşim içinde olacakları, duygularını ve deneyimlerini paylaşacakları platformlar oluşturmak, kurumsal motivasyona katkıda bulunur. Günümüz iş dünyasında farklılık yaratmak, rakiplerden öne çıkmak ve pazarda farklılık oluşturmak önemlidir. Müşterilere etki yapmaya çalıştığınız gibi, çalışanlara da aynı etkiyi yaratmanız gerekir. Özerklik, sorumluluk almayı teşvik eder. Kontrolcü yaklaşımdan kaçınmak, bu sorumluluğu üstlenme isteğini artırır ve kritik iş deneyimlerine karşı talepkar olmayı artırır. Bu deneyimler çalışanlar arasındaki etkileşimi artırır, şirket kültürünün gelişmesine katkıda bulunur ve şirketin büyümesine yardımcı olur.
Ustalık, önemli bir konuda daha iyi olma arzusunu içerir. Tatmin duygusu, iş deneyimi sırasında akış içinde olma anında yaşanır. Bu durum, odaklanmayı artırır ve memnuniyet seviyelerini yükselterek kendini unutma durumuna dönüşür. Çocukların oyun oynarken zamanı unutmalarına benzer. İş dünyasındaki hayal kırıklıkları, yapılması gerekenler ile gerçekte yapılabilenler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanır. Bu uyumsuzluğun temelinde düşünce şekli vardır. Geçmişteki olumsuz deneyimlerden kaynaklanan inançlar, çalışanlarda kaygı ve korku yaratır. Şirketlerin bu korkuyu ortadan kaldırmak için çaba göstermesi, çalışanların odaklanmasına ve ustalaşmasına yardımcı olabilir. Çaba göstermek, performansı artırmanın bir yoludur ve değer verdiğimizi ve çalışmak istediğimizi ifade eder. Ustalaşmak, bazen acı çekmeyi göze almaktır. Profesyonel olmak, yapmayı sevdiğimiz şeyleri, yapmayı istemediğimiz günlerde yapmak demektir. İş monotonluğunu kırmak için yeni deneyim alanları oluşturulmalı ve işi zenginleştirmek için oyunlaştırma yöntemleri kullanılmalıdır.
Ulaşılacak bir amacı olan insanlar, içsel bir motivasyona sahiptirler. – Helen Keller
Şirketlerin vizyon ve değerlerini çalışanları satın alıyor mu? Veya çalışanlar, kendi değerleri ve vizyonları ile şirketleriyle bağ kurabiliyorlar mı? İş dünyasında odak, farklılaşma, verimlilik, değer katma, üstünlük gibi vurgulanmış vizyon metinleri sıkça görülür. Vizyonlarını insan ruhuna işleyen ve hakikat, sevgi, adalet, paylaşma, güzellik gibi değerlerle birleştiren şirketler, diğerlerinden farklı olacaklardır. Kendinden daha yüce bir amaca hizmet etme hissi, ruhsal bütünlüğü iyileştirir. Güçlü bir nedeni olan insanlar, nasıl yapacaklarını bulurlar. Ortak bir amaç oluşturmak için, liderlerin takımlara bu amacı görselleştirmeleri gerekmektedir. Liderler, takımların etkileşimini bu amaç doğrultusunda artırmalı, oyunlaştırmalı ve yaratıcılığı teşvik eden zorlukları oluşturmalıdır. Potansiyeli açığa çıkarmaya yardımcı olacak bir koçluk disiplini geliştirilmelidir. Bu sayede gelişim, çaba, strateji, azim, odaklanma ve süreci destekleyen yönetici koçlar ile sürekli motivasyon yaratılabilir. Takdir etme, geri bildirimler ve ileri bildirimlerin doğru kullanımı, yapma isteğini güçlendiren ve aidiyet duygusunu artıran çalışanlar yaratabilir.
Kalıcı motivasyonun temelinde, şirket amacını besleyen, katkısını hisseden, öğrenme sürecinde büyüyen ve yolculuğun bir parçası olduğunu bilen çalışanlar oluşturmak yer almaktadır. Gerçek liderlerin yaptığı önemli bir şey, çalışanlarına kendilerini ifade edecekleri hikayeler vermektir. Gelecek ve değişimle ilgili hikayeler…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.