Batmanın yeni yolu TECRÜBE tasviyesi

Tarih

Şirketlerde son birkaç yıldır sessiz sedasız ilerleyen bir sarsıntı var. Bu sarsıntı deprem gibi gürültülü değil; tam tersine, görünmez çatlaklar hâlinde yayılıyor. Dışarıdan bakıldığında her şey düzenli, modern, hatta parlak bir gelecek vizyonuyla uyumlu görünüyor. Fakat içeride, kapalı kapılar ardında, başka bir gerçek büyüyor. Bu gerçek, tecrübenin yok oluşu. Yönetimler bunu yenilik olarak pazarlıyor, değişim diye süslüyor, modernleşme diye anlatıyor. Oysa olup biten şey, kurumların kendi damarlarını kesmesi. Hem de isteyerek.
Tecrübenin ağırlığını taşıyan insanlar yıllar boyunca işin ritmini parçalarına ayırmayı öğrendi. Bir sistemin nerede tıkandığını bir bakışta anlıyorlardı. Krizin ayak seslerini kokusundan tanıyorlardı. Şimdi o insanlar birer birer kapının dışına bırakılıyor. Ne büyük toplantılar düzenleniyor ne de açık tasfiye ilanları yapılıyor. Sessizlik içinde işleyen bir yok sayma mekanizması bu. Masası boşaltılıyor, adı listeden düşüyor, projeler devrediliyor. Ardından yeni ve parlak görünen ekipler getiriliyor. Bu yeni ekipler, modern sunum teknikleriyle donanmış durumda. Veriye hâkimler, her şeyi anlatan slaytlar hazırlayabilecek kadar disiplinli görünüyorlar. Ancak görünüşün ardında büyük bir eksik var: pratik akıl.
Bu insanların kurduğu düzen, bilgi yanılsamasının üzerine kurulu. Kurumlar veriye sarılıp gerçekliği ölçülebilir kalıplara sıkıştırdıkça, sahadaki sezgi kayboluyor. Yönetimler bu kaybı başta fark etmiyor. Çünkü sezgi bir rapor değil. Ölçülemeyen bir bilgi türü olarak sistemin dışına itilmiş durumda. Bunun yerine modernleşme söyleminin yarattığı yapay bir özgüven dolaşıyor koridorlarda. Yeni kadrolar kendilerini yeniliğin temsilcisi olarak görüyor. Oysa gerçekte, sistemden çıkarılmış olan tecrübenin arkasında bıraktığı boşluğun ne kadar kritik olduğunu bilmiyorlar.
Her kurumun yaşayan bir hafızası vardır. Bu hafıza, yıllar içinde oluşan kolektif bir bilgi birikimidir. Problemin nerede başlayacağını, hangi adımın hangi sonucu doğuracağını, hangi hatanın hangi zincirleme etkiyi tetikleyeceğini ancak bu hafıza bilir. Dokümanlara yazıldığı hâliyle değil; insanların bedeninde, kulağında, gözünde yer eden bir hafızadır bu. Makinenin çalışmasındaki en ufak melodi değişikliğini duyan ya da bir müşterinin ses tonundan sıkıntıyı anlayan insanların hafızası. İşte bugün kurumlar bu hafızayı sistematik biçimde ortadan kaldırıyor.
Yerine gelenlerin kötü olduğu söylenemez. Sorun, boşluğun doğasını bilmeden doldurmaya çalışmaları. Veriye hâkim olmak, sahayı anlamak demek değildir. Bir tablonun renklerini bilmek, tabloyu anlamak anlamına gelmediği gibi. Sunumlarda mükemmel görünen planlar, sahada ilk rüzgârda parçalanıyor. Modernleşme iddiasıyla kurulan yeni yapılar, ilk büyük stres testinde dağılmaya başlıyor. Çünkü eski sistemin görünmez taşıyıcı kolonları çoktan kesildi.
Bu süreçte yönetimler yeni bir hikâye yazıyor. Bu hikâyede “yenilenme”, “çeviklik”, “dijital dönüşüm” gibi kavramlar büyülü bir retoriğe dönüşüyor. Kavramlar o kadar sık tekrarlanıyor ki, kimse bu kelimelerin altının boş olduğunu fark etmiyor. Sanki herkes aynı illüzyona inanmaya zorlanmış gibi. Bu illüzyonun etkisi kısa vadede başarı gibi görünse de uzun vadede kurumların bağışıklık sistemini çökertiyor. Çünkü dışarıdan gelen uyarıları fark edecek kimse kalmıyor.
Çalışanların sessizce çekilmesi de bu çöküşün bir parçası. Onlar itiraz etmiyor çünkü yıllar içinde edindikleri iş ahlakı, yüksek sesle konuşmalarına izin vermiyor. Birçoğu artık fikrinin önemsenmediğini hissederek gönderiliyor. Çekilirken bile gürültü çıkarmıyorlar. Fakat kurumun içinde onların sessizliği derin bir yankıya dönüşüyor. Kalanlar bu yankıyı duyuyor ama söyleyemiyor. Çünkü itiraz kültürü çoktan bastırılmış durumda. Eleştiri, yönetime yönelik bir tehdit gibi görülüyor. Böylece kurum, kendi gerçekliğini kendine kapatmış bir yapıya evriliyor.
İçeride oluşan bu yeni düzen aslında bir yankı odası. Yönetimler yalnızca kendi seslerini duyuyor. Olumlu raporlar, parlak sunumlar, abartılı başarı anlatıları bu odada yankılanıp duruyor. Gerçeklik ise kapının dışında daralıyor. Süreçlerin kırılganlığı artıyor, çalışan memnuniyeti düşüyor, iş akışları yavaşlıyor. Fakat bunların hiçbiri yönetime ulaşmıyor. Çünkü ulaşmasını sağlayacak mekanizma yok edildi.
Bugün kendini modernleşmiş gibi gösteren birçok şirket, aslında geleceğini kendi elleriyle karartıyor. Sahadan gelen bilgi ortadan kalkınca, en küçük aksaklık büyüyerek krize dönüşüyor. Kriz geldiğinde ise yöneticiler şaşkınlık içinde aynı soruyu soruyor: “Nerede hata yaptık?” Hata, yıllar önce susturulan o seslerdeydi. Sahayı bilen, tecrübesiyle yol gösteren o insanların yokluğunda her hata büyümek zorunda kaldı.
Şirketler şimdi bir yol ayrımında. Ya tecrübeyi yeniden değerli bir kaynak olarak kabul edecekler ya da göstergeleri parlak ama içi boş bir düzenin içinde savrulmayı sürdürecekler. Çünkü tecrübenin yok edilmesi, yalnızca bilgi kaybı değil. Bir kurumun dayanıklılığının yok oluşu. Şirketler, kökleri kesilmiş bir ağaç gibi. Dışarıdan bakıldığında hâlâ yeşil görünebilir ama ilk büyük fırtınada devrilecekler.
Bugün kurumların yaşadığı sessiz tasfiye, yarının yüksek sesli çöküşünün hazırlığı. Bu çöküş başladığında hiçbir yönetim “bunu nasıl göremedik?” diye şaşırmamalı. Çünkü görmek istemediler. Kendi yarattıkları modernleşme vitrinine o kadar inandılar ki, altta büyüyen karanlığı fark etmediler. Fark ettiklerinde ise artık çok geç olacak. Çöküş genelde en sessiz yerinden başlar ve kimse fark etmeden büyür.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bilirkişi

Türk toplumunun bir huyu vardır. Herkes, her şeyi bildiğini...

Koçluk, Sadece Yöneticilerin Ayrıcalığı mı?

Bir dönüm noktasındasınız, ya da bir çıkmaza saplandınız. Kariyer...

Söz Uçmuyor, İşe Dönüyor

İşletmelerde iletişim deyince çoğu yönetici hemen toplantıları, e-postaları, anlık...

Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkar Mı?

Kasım ayı, ileri yapay zeka teknolojileri için oldukça hareketli...