İş dünyasında son yılların en çok tartışılan konularından biri olan kurumsal sosyal sorumluluk (KSS), şirketlerin gerçek bir değişim isteğini mi yoksa sadece imaj kaygılarını mı yansıtıyor? Bu soru, özellikle tüketici bilincinin artması ve sosyal medyanın etkisiyle daha da önem kazanıyor. Şirketlerin milyonlarca lira harcayarak gerçekleştirdiği KSS projelerinin ardındaki gerçek motivasyonlar, uzmanlar tarafından sorgulanıyor.
Büyük şirketlerin çoğu, sosyal sorumluluk projelerini gösterişli organizasyonlar ve kapsamlı medya kampanyalarıyla duyuruyor. Ancak bir sivil toplum kuruluşu başkanının dikkat çektiği üzere, “Şirketler projelere ayırdıkları bütçenin neredeyse iki katını bu projelerin reklamına harcıyor. Asıl amaç toplumsal fayda değil, marka değerini artırmak gibi görünüyor.”
Çevresel sürdürülebilirlik konusundaki açıklamalar da ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Karbon emisyonlarını azalttığını iddia eden şirketlerin çoğu, aslında bu emisyonları gelişmekte olan ülkelerdeki tedarikçilerine kaydırıyor. Bir çevre mühendisi, “Şirketler sürdürülebilirlik raporlarında manipülatif veriler kullanıyor. Örneğin, sadece merkez ofislerindeki emisyon azaltımını raporluyor ama tedarik zincirindeki kirliliği göz ardı ediyorlar” açıklamasını yapıyor.
Toplumsal kalkınma projeleri de genellikle yapısal sorunlara değinmeden, yüzeysel çözümler sunuyor. Eğitim alanında yapılan projeler örneğin, genellikle birkaç okula teknolojik ekipman bağışlamakla sınırlı kalıyor. Bir eğitim politikaları uzmanı, “Şirketler eğitim sistemindeki temel sorunları görmezden gelip, vitrin projeleriyle kendilerini aklamaya çalışıyor” değerlendirmesini yapıyor.
İş güvenliği ve çalışan hakları konusunda da ciddi tutarsızlıklar göze çarpıyor. KSS raporlarında çalışan mutluluğunu ön plana çıkaran şirketlerin birçoğu, sendikalaşmayı engelliyor veya taşeron işçi çalıştırmaya devam ediyor. Bir iş hukuku avukatı şu çarpıcı tespiti yapıyor: “En gösterişli sosyal sorumluluk projelerini yapan şirketler, çoğu zaman işçi haklarını en çok ihlal eden şirketler oluyor.”
Tedarik zincirindeki etik sorunlar da devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki fabrikalarında çocuk işçi çalıştırma, düşük ücret politikaları ve kötü çalışma koşulları gibi sorunlar devam ederken, şirketler merkez ülkelerdeki hayırseverlik projeleriyle gündem değiştirmeye çalışıyor. Bir insan hakları aktivisti, “Asya’daki fabrikalarında işçi hakları ihlalleri yapan şirketler, Avrupa’da gösterişli sosyal sorumluluk projeleriyle kendilerini aklıyor” diyor.
Vergi avantajları ve devlet teşvikleri de KSS projelerinin arkasındaki önemli motivasyonlardan biri olarak öne çıkıyor. Bir vergi uzmanı, “Şirketler sosyal sorumluluk projeleri üzerinden ciddi vergi avantajları elde ediyor. Bazı durumlarda bu avantajlar, projeye harcanan miktarı bile aşabiliyor” açıklamasını yapıyor.
Pazarlama stratejisi olarak KSS’nin etkinliği de sorgulanıyor. Tüketiciler artık şirketlerin samimiyetini daha fazla sorgularken, sosyal medyada ortaya çıkan gerçekler çoğu zaman KSS projelerinin arkasındaki ikiyüzlülüğü ortaya çıkarıyor. Bir tüketici hakları derneği başkanı, “Tüketiciler artık sadece reklamlara değil, şirketlerin gerçek uygulamalarına bakıyor” diyor.
Uzmanlar, gerçek bir değişim için şirketlerin KSS’yi bir pazarlama aracı olmaktan çıkarıp, tüm iş süreçlerinin merkezine yerleştirmeleri gerektiğini vurguluyor. Bu da ancak bağımsız denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması ve sivil toplum kuruluşlarının daha etkin rol almasıyla mümkün olabilir.
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin çoğu, şirketlerin gerçek sorunlarını maskelemek için kullandıkları bir araç olmaktan öteye gidemiyor. Gerçek bir toplumsal ve çevresel duyarlılık için şirketlerin tüm iş modellerini ve uygulamalarını kökten değiştirmeleri gerekiyor. Bu değişim gerçekleşmediği sürece, KSS projeleri sadece bir imaj çalışması olarak kalmaya devam edecek ve toplumsal sorunların çözümüne anlamlı bir katkı sağlayamayacak.
Kurumsal sosyal sorumluluk, ikiyüzlülüğü mü, gerçek dönüşüm mü?
Tarih