Liderlikte Karanlıktan Aydınlığa Geçiş

Tarih

Şu sıralar iş dünyasında ve toplumsal yaşamda sıkça duyduğumuz bir söylem var: “Lider doğulur, lider olunmaz.” Bu söylem, yıllardır bizi zehirleyen toksik liderlik anlayışının temelini oluşturuyor. Peki ya bu söylem tamamen yanlışsa? Ya liderlik, doğuştan gelen değil de, sonradan geliştirilebilen, öğrenilebilen bir beceri kümesiyse?
İşte tam da bu noktada, liderliğin yeni paradigması devreye giriyor: Empati, mütevazılık, hassasiyet ve otantiklik. Bu dört özellik, geleneksel liderlik anlayışını kökünden sarsıyor ve yepyeni bir lider profili çiziyor. Ancak bu dönüşüm, sandığımız kadar kolay olmayacak. Çünkü karşımızda, yıllardır beslediğimiz “güçlü lider” mitinin yanı sıra, bu miti sürdürmekten çıkarı olan bir kesim var.
Öncelikle empatiyi ele alalım. Empati, çoğu zaman “zayıflık” olarak algılanıyor. Oysa gerçek güç, başkalarının duygularını anlayabilmekte ve buna göre hareket edebilmekte yatıyor. Geçtiğimiz yıl, bir otomotiv firmasında yaşanan krizi hatırlayalım. Firma, pandemi nedeniyle işten çıkarmalar yapmak zorunda kaldığında, CEO’nun çalışanlarla birebir görüşmeler yapması ve onların endişelerini dinlemesi, sadece şirket içi morali yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda şirketin itibarını da korudu. Bu, empatinin gücünün somut bir göstergesiydi.
Mütevazılık ise, belki de en çok yanlış anlaşılan liderlik özelliği. Çoğu insan, mütevazı bir liderin “zayıf” veya “kararsız” olacağını düşünüyor. Ancak gerçek tam tersi. Mütevazılık, liderin kendi sınırlarını kabul etmesini ve başkalarının fikirlerine açık olmasını sağlar. Bu da inovasyonu ve yaratıcılığı tetikler. Örneğin, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinden birinin CEO’su, her yıl düzenlediği “hata kutlaması” etkinliğiyle, şirketteki en büyük başarısızlıkları kutluyor. Bu, mütevazılığın ve hata yapma cesaretinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Hassasiyet konusuna gelince, bu özellik genellikle “duygusallık” ile karıştırılıyor. Oysa hassasiyet, liderin sadece rakamlar ve hedefler değil, insanlar ve duygular üzerine de odaklanmasını sağlar. Özellikle kriz dönemlerinde, hassas bir lider çalışanlarının endişelerini dikkate alır ve onlara destek olur. Geçtiğimiz yıl yaşanan küresel salgın sürecinde, çalışanlarının mental sağlığına öncelik veren ve onlara psikolojik destek sağlayan şirketlerin, krizden daha az hasarla çıktığını gördük.
Otantiklik belki de en tartışmalı özellik. Çünkü “otantik olmak” ile “profesyonel olmak” arasında ince bir çizgi var. Ancak unutmayalım ki, otantiklik maskesizlik demek değildir. Otantik bir lider, kendi değerlerine sadık kalır ve tutarlı davranır. Bu da güven oluşturur ve takipçilerini motive eder. Örneğin, sosyal medyada sıkça gördüğümüz “mükemmel CEO” imajı yerine, kendi hatalarını ve öğrenme süreçlerini paylaşan liderler, çalışanları tarafından daha çok takdir ediliyor.
Yeni liderlik anlayışı, organizasyonları nasıl etkiliyor? Araştırmalar, empati, mütevazılık, hassasiyet ve otantiklik özelliklerini sergileyen liderlerin yönettiği şirketlerin, uzun vadede daha başarılı olduğunu gösteriyor. Bu şirketlerde çalışan bağlılığı daha yüksek, inovasyon daha fazla ve kriz yönetimi daha etkili oluyor.
Ancak bu dönüşüm, sandığımız kadar kolay olmayacak. Çünkü karşımızda, yıllardır süregelen bir liderlik kültürü var. Bu kültürü değiştirmek, sadece liderlerin değil, tüm toplumun zihin yapısını değiştirmeyi gerektiriyor. Örneğin, iş dünyasında hala “sert” ve “otoriter” liderlerin tercih edildiğini görüyoruz. Bu tercih, kısa vadede sonuç alıyor gibi görünse de, uzun vadede şirketlere zarar veriyor.
Bu dönüşümü nasıl sağlayabiliriz? İşte size birkaç öneri:
Eğitim sistemimizi gözden geçirmeliyiz. Liderlik eğitimlerinde empati, mütevazılık, hassasiyet ve otantiklik konularına daha fazla yer vermeliyiz.
Şirketler, lider seçiminde ve değerlendirmesinde bu özellikleri dikkate almalı. Sadece finansal sonuçlara değil, çalışan memnuniyeti ve şirket kültürüne de odaklanmalıyız.
Medya, başarılı lider profillerini sunarken bu özelliklere sahip liderlere daha fazla yer vermeli.
Liderler, kendilerini bu yönde geliştirmek için koçluk alabilir, geri bildirim mekanizmaları oluşturabilir ve düzenli olarak kendilerini değerlendirebilirler.
Toplum olarak, liderlik algımızı sorgulamalı ve yeni nesil liderleri desteklemeliyiz.
Empati, mütevazılık, hassasiyet ve otantiklik, modern liderliğin vazgeçilmez unsurları haline geliyor. Bu özellikleri benimseyen liderler, sadece iş sonuçlarında değil, insanların hayatlarında da olumlu bir etki yaratma potansiyeline sahip. Ancak bu dönüşüm, kolay olmayacak ve hepimizin çabasını gerektirecek.
Gerçek liderlik, başkalarına hükmetmek değil, onları güçlendirmektir. Ve bu güçlendirme, ancak empati, mütevazılık, hassasiyet ve otantiklik ile mümkün olacaktır.
Geleceğin liderleri, bu özellikleri benimseyenler arasından çıkacak.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.